Geçmişten Günümüze Müzik | Özçekim
Eğlence

Geçmişten Günümüze Müzik

Müziğin Başlangıcı (Milattan Önce 4000)

İnsanoğlu var olduğundan beri müzik vardı. Nasıl olmasın ki? Doğa var, çevre var ve her şeyden önce kuş cıvıltıları, akan şelaleler var. Esen rüzgar, yağan yağmur var ve bunların hepsi ses. Güzel, değişik, farklı sesler… İnsanlar, bunları duydukça taklit etti. En başlarda işaret vermek, birbirleriyle iletişim kurmak için kullandıkları sesler gittikçe; sesler ilgilerini çektikçe çeşitlendi ve şekillendi. Bunların yanısıra dinsel törenler için de müziğin değerli bir yeri oldu.

Ortaçağ Müziği (500’lü yıllar)

Orta çağ, bir yandan da karanlık çağ olarak anılır. 500’lü yıllar desek de, o dönemden başlayıp 15. yüzyıl başlarına dek etkisini sürdüren bir dönem olduğunu da belirtmeliyiz. Kiliseler pek çok kısıtlama yapıyordu ve bu sebeple dünyevi zevkleri, putperestliği çağrıştırdığı düşünülen müziklere büyük bir ambargo konuluyordu. Dönemde, müziğin tanımı kısaca şöyle olmalıydı. Duaları kolay ezberlemeye yardımcı olmalı, tek sesli olmalı, Tanrı’ya adanmış olmalı… Bu durum da kilise korolarının, tek sesli ilahilerin gelişmesini sağlamış olsa da genel bir kısıtlılıktan rahatlıkla söz edebiliriz. Ambrosius Ezgiler, batıda ilk dini müziği oluşturan yapımlardandır. Gregorius ezgileri ise tören müziğinin şekillenmesi ve bazı yöntemler aracılığıyla birleşip netliğe kavuşması açısından önemli bir mihenk taşıdır. Kiliseye girilmesine izin verilen ilk çalgı orgtur. 9. yüzyıldan itibaren çok sesli müziğin temelleri atılmış, 13. yüzyılda şovalye geleneğiyle din dışı konulu ezgiler ortaya çıkmıştır. Balad, rondo gibi yeni biçimler, metotların din dışına kaydığı yeni şekiller ortaya çıkmıştır. Bu sayede de çok sesliliğin gelişmesinin ilk temelleri atılmıştır.

Gotik Dönemin Müziği (1150’li yıllar)

Başlayan çok seslilik gotik dönemde gelişmeye başlamıştır. Bu gelişimi üç farklı dönemde ele alabiliriz. Bunlardan ilki Notre-Dame dönemidir. Notre-Dame Katedrali’nde kilisenin etrafında toplanan müzikçilerden iki önemli besteci de yetişir. Bunlar Perotin ve Leonin’dir. Bir diğeri ise Eski Sanat Dönemi’dir ki; ArsAntique olarak geçmektedir. Eski Sanat Dönemi de denilecek dönemde ölçülü ritim ve yeni notalama dizgesi oluşur ki, bu büyük bir değişim ve gelişimdir. Ars Nova yani Yeni Sanat Dönemi, yeni teknikleriyle ortaya çıkmıştır. Ritmik notalamaya geçilmiş, müzik artık daha büyük bir biçime ulaşmıştır. Bugün kullandığımız sekizlik, dörtlük, ikilik nota gibi işaretlerin ataları olan vitry, nota sürelerinin yazımını başlatmıştı. Din dışı özellikler taşıyan müzikler artık ortadaydı. Pastoral yani doğaya yönelik, hafif, şiirsel müzikler boy göstermeye başlamıştır.

Barok Dönemi (1600’ler)

Yaklaşık 150 yıl kadar süren Barok Dönem’de soyluların beğenisini ön plana çıkaran, adeta aristokratlar için bir saray sanatı ortaya çıkmıştır. Proleterler grubu çok da önemsenmemiştir. Dönemde telli çalgılar grubuna kemanın katılması önemli gelişmelerden birisidir. Venedik, Napoli ve Roma okulları kurulmuş, operanın gelişimi resmen başlamıştır. Klavsen ismindeki çalgı, dönemin en önemli çalgısıdır. “Klavsen de ne ki?” diye soracak olursanız, kısaca piyanonun atası diyebiliriz. Ayrıca çalgı müziği bu dönemde ses müziğinin önüne geçmiştir. Din dışı ezgiler ön plana gelmiş, kilise dizelerinin yerini minör ve majör dizeler almıştır. Müzik biçimlerinden en öne çıkan operayı; oratoryo, sonat, konçerto, füg gibi biçimler takip etmiştir. Kıssadan hisse; müzik eserlerinin karmaşık, abartılı ve aşırı süslü olduğu ilginç bir dönemdir.

Klasik Dönem (1750’ler)

Vivaldi’lerin, Bach’ların dönemi sona erdi, Beethoven’ların, Mozart’ların dönemi geldi! Klasik dönem adeta bir “Aydınlanma çağı” olarak adlandırılır. Günümüzde bile hâla dinlediğimiz, insan ruhuna terapi gibi gelen müzikler bu dönemde bestelendi. Teknik karmaşa gitmiş, doğallık gelmiştir. Artık her şey daha yalındır. Uzun cümleler, süs, barok tarz gitmiştir. Her şey nettir. 21. yüzyılda devam etmekte olan senfonik orkestra biçimi, bu dönemde ilk kez ortaya çıkmıştır. Armoninin kuralları koyulmuş, müzik halkla bütünleşmeye başlamıştır. Nüans, ritim, tını gibi sorunlar da deneysel çalışmalar sayesinde çözümlenmiştir. Dönemin en önemli üç müzik merkezi Manheim okulu, Bach’ın Oğulları ve Viyana Klasikleri’dir. Dönemde öne çıkan bahsetmediğimiz diğer besteciler arasında Haydn’ı, Clementi’yi ve Gluck’u sayabiliriz.

Romantik Dönem (19. Yüzyıl başları)

Hem açıklayıcı hem de uzun mu uzun melodiler, çeşitleri gittikçe atmış, bolluk içindeki çalgı miktarı, rengarenk bir armoni ve ritimlerdeki esneklik ile özgürlüğün muhteşem uyumu, Romantik Dönem’in imzalarından… Artık piyano, dönemin tartışmasız bir numaralı çalgısı konumunda. Besteciler de bununla yeteneklerinin sınırlarını zorladılar da zorladılar. Ancak bu dönemde bir isim var ki; kendisi Paganini; o kadar olağandışı bir yeteneğe sahipti ki, çağının kat kat ilerisinde görüldü, hatta ve hatta şeytanla iş birliği yaptığı gibi bir inanış dahi yayıldı. Bu eserleri onun yazdığı, onun yorumladığı tatta seslendirebilecek bir kemancı günümüzde bile yok gibidir. Müzik dinleyebileceğiniz platformlardan Paganini’yi mutlaka dinlemeli, bir göz atmalısınız. Tabii, eğer bu isimle daha evvel tanışmadıysanız. Bu dönemin sonlarında bale de atağa geçmiş ve bu tür klasik müzik ve dansla eşsiz bir uyum, eşsiz bir güzellik göstermiştir. Birbirinden başarılı liedler, koral müzikler, operalar, senfoniler, yazılan konçertolar ve niceleri vardır. Son olarak Beethoven’ın klasik dönemde olduğu gibi romantik dönemde de aktif olduğunu ve önemli bir isim olarak devam ettiğini de belirtmeden geçmeyelim.

Çağdaş Dönem (20. yüzyıl)

Çağdaş Dönem Müziği yerine Modern Dönem Müziği de diyebiliriz. Çünkü bu dönemde genel geçer kabul görmüş net bir terim yoktur. Dönem, yorumcu ve bestecilerin birbirinden etkilendiği bir dönemdir. Akıma bağlılık gibi bir şey söz konusu değildir. Her biri bağımsız, kendi kültürünün köklerine inen, gerçekçi yorumlara inmiştir. Yani dönemde sınırlar bilinçli olarak zorlanmıştır. Stilden içeriğe, biçimden öze kadar tüm kurallar eğilip bükülmüştür. “Peki neden böyle oldu?” derseniz, bunun sebebi şudur; Avusturya Romantizmine ve onun temsil ettiği hemen her şeye bir başkaldırının oluşu… Caz müziğe dair yönelimler özellikle 1. Dünya Savaşı’nın ardından artmıştır. Ve en önemlisiyse artık radyo denen bir icat gelmiştir. Orada olmayan bir kişinin sesinin orada olması, defalarca o kişiyi dinleyebilecek olma gibi durumlar, zamanında akıl sınırlarını zorlamaktaydı. Konser salonunda olmayan kişiler de bir şeyleri dinleyebiliyordu. Yıllar 1929’a gelmişken çekilen sinema filmleri artık sesli olabiliyordu. Bu da bestecilere yeni imkânlar sağlıyordu. An faktörü ayrıca önemliydi ve yorumlanması kişiden kişiye değişen rastlantısal müzik ilgi çekiyordu.

Günümüzün Müziği (2000’lerden günümüze)

Teknolojinin nimetleri artık sınırsız. Peki ya kalite? Belki de 80’ler deyince aklımıza gelen ilk isim Michael Jackson oluyordur. Biraz daha öncesinde The Beatles akla gelebilir. Elvis’ler Frank Sinatra’lar oldukça önemli. Yani klasik pop, rock müziği gibi türler, bu aradaki dönemde oldukça ünlüydü. Klasik müzik eskiye göre daha geri plandaydı. Bu kişilerin üzerine hip-hop-rap-R&B gibi kültürler de gelişti. Eminem, Snoop Dogg, Tupac gibi isimler ön plana çıktı; Britney Spears, Shakira gibi isimler ortalığı salladı. Ancak o zamanlar için yine de iyi zamanlardı diyebiliriz. Nitekim “tüketim toplumu” olma seviyemiz arttıkça artık ünlü olmak da çok kolay oldu. Milyonlarca dinlenmek de çok kolay oldu ve bir anda unutulup yok olmak da çok kolay oldu. Bu durum, mesleği icra eden sanatçıların da psikolojileri için oldukça olumsuz. Spotify’da onbinlerce şarkı içinden dilediğimizi seçiyor olabilmek, gerçekten radyoda o şarkının çalmasını beklemekten daha mı iyi? Aslında sanatçı için de dinleyen için de değil. Bu oldukça derin bir konu… Ve evet, bu döneme damga vuran kişileri söylemek oldukça güç.

Buna da Göz At

Close
Close