Sosyal MedyaYakın Çekim
Özçekim Dürbünü 1071 Malazgirt Savaşı’nda!

Merhaba! Ben dürbün, Özçekim dürbünü! Dürbünler genelde uzakta olan her şeyi açık seçik göstermeye yarar ama bende durumlar biraz farklı. Ben mesafelerde değil; tarihte yolculuk yapıyorum. Benim ayarlarım merceklerimle ilgili değil; tarihle ilgili. Beni nereye fırlatırsanız oraya giderim. Bir bakmışsınız milattan önce bir zamandayım, bir bakmışsınız günümüzden çok uzakta bir çağdayım. Ancak nereye gidersem gideyim, gördüklerimi daima size anlatırım. Nereye gideceğimi siz belirlersiniz; ama bugün 947 yıl öncesine 26 Ağustos 1071’e gidiyorum.
Benim geldiğim zamanda 1071, çok önemli bir tarih. Bu tarihe “Anadolu’nun kapılarının Türklere açıldığı zaman” olarak bakılıyor. Çünkü bu dönemde Malazgirt Savaşı isimli bir savaş gerçekleşmiş. Ben de ayarımı kurdum ve savaş başlamadan hemen önceye ışınlandım.
O Hükümdar: Alparslan!
Düz bir ovadaydım. Ova üzerinde birçok çadır vardı. Az sonra çadırların birinde gözleri kartal kadar keskin bir adam çıktı. Bu adam, geldiğim tarihte adı hâlâ konuşulan ve çok saygı duyulan hükümdar Alparslan’dan başkası değildi. Büyük hükümdar Alparslan’ın bir derdi var gibiydi. Gözleri ileriye bakıyordu. Gözlerinin baktığı noktayı ben de takip ettim. 7-8 kilometre ötede düşman birlikleri vardı. Üstelik sayıları oldukça fazlaydı. Alparslan’ın gözlerindeki en bir endişe ne bir korku… Hemen yanına birkaç adam çağırdı, duyduğum kadarıyla bunlar elçiydi. Bizans’a gidecekler, savaşı önlemek için görüşme yapacaklardı. Aradan ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum ama giden elçiler bir süre sonra geri döndü ve ellerinde Haç işareti vardı. Konuşulanlardan anladım ki Bizans, Büyük Selçuklu’nun korktuğunu düşünmüştü. Ordu hazırlanmaya başladı.
Beyazlar İçinde Bir Hükümdar
Bir an Alparslan’ı gözden kaçırdım. Az sonra çıktığından üzerinde bembeyaz bir elbise gördüm. Tüm ihtişamıyla atına yürüdü. Atının kuyruğunu bağladı. Az sonra orduya dönüp kıyafetini gösterdi ve “Ölürsem kefenim budur!” dedi. Askerlerine şayet bu savaşta ölürse vurulduğu yere gömülmeyi istediğini söyledi. Asker cesaretlenmişti. Sonradan öğrendim ki Alparslan beyaz giyinerek ve atının kuyruğunu bağlayarak ölüme hazırlanmıştı.
Günlerden cumaydı. Tüm ordu cuma namazı kılmak için yerlerini aldı, Alparslan’ın imamlığında Cuma namazı kılındı. Namazın hemen ardından beyazlar içindeki Alparslan atına bindi, ordunun karşısına geçip ayetler okudu; şehitlik ve gazilik makamlarını övdü. Askerine moral vermeyi ve bu savaştan geri dönmenin imkânsız olduğunu anlatmayı hedefliyordu. Az ileriye baktım Bizans ordusu da aynı hazırlıkları yapıyordu. İmparator Diyojen ihtişamlı zırhını giymiş, atına binmişti.
Az sonra iki ordu da savaş pozisyonunu aldı.
Ve Savaş Anı…
Savaş öğle saatlerinde başladı. Bizans ordusunun sayısı Türk ordusuna göre çok fazlaydı. Ancak Türk ordusu, atlı okçularıyla adeta bir gösteri yapıyordu. Atlı okçuların gösterisi Bizans’in birçok kayıp vermesine yol açtı. Bu kayıplara rağmen Bizans ordusu yerinden kımıldamıyor, düzeni bozmuyordu.
Alparslan az sonra ordusuna savaştan çekilme emri verdi. İlk önce bunun nedenini anlamadım. Sonradan fark ettim ki beyazlar içindeki hükümdarın bir bildiği vardı. Türk ordusu arka saflara ilerledi ve hilal şeklinde dizildi. Bu taktiğin, geldiğim zamanda hâlâ konuşulan bir Türk savaş taktiği olan “hilal taktiği” olduğunu o an anladım.
Bizans ordusu ise ordunun geri çekilmesinden ötürü mutluydu. Romen Dİyojen, bu çekilişi b ir fırsat bildi ve hiç vakit kaybetmeden ordusuna hırsla haykırdı: Saldır!
Pusuda bekleyen Türk ordusundan habersiz ordu, saldıra geçti. Ancak işler pek de umdukları gibi gitmedi. Ummadıkları yerden saldırıya uğradılar Çok fazla kayıp verseler de Türk ordusunu kovalamaktan geri durmadılar. İlerleyen zamanlarda önlerine bir engel daha çıktı, taşıdıkları zırhlar! Bu ağır zırhlar, onların hareketlerini kısıtlıyordu. Türk okçuları, Bizans askerlerini öldürmeye devam ediyordu.
Yaralı Diyojen!
Diyojen’in durumu fark etmesi zaman aldı. Bakışlarından ve hareketlerinden anladığım kadarıyla o hâlâ her şeyin yolunda olduğunu düşünüyordu. Durumu fark ettikten sonra onun bir kenara çekildiğini gördüm. Bir taktik düşünüyordu, ancak işin içinden çıkamadı. Askerlerine “dur!” emrini verdi. Çok geç kalmıştı. Türk atlıları yüzünü Bizans askerine dönmüş, geri çekilme yollarını çoktan kapamıştı. Ordu, çoktan ablukaya alınmıştı. O andan sonra tüm ordu kılıçtan geçirildi. Romen Diyojen’i gördüm, omzundan yaralanmış ve esir alınmıştı.
Bu an Türkler için bir dönüm noktasıydı. Tanık olduğum için çok mutluydum.