Kültür - Sanat
Yedi Güzel Adam’ın Yaşayan Efsanesi Nuri Pakdil İle Röportaj

“İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!”
Bize kendinizden bahseder misiniz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
1934 yılında Maraş’ta doğdum. Çocukluğum Maraş’ta, Yörük Selim Mahallesi, Çaldıran Sokakta, iki katlı kiremit çatılı bir evde geçti. Kiremit çatılı demem şundan, o tarihlerde Maraş’ta birkaç ev dışında bütün evlerin topraktan ya da tenekeden çatıları vardı.
Annem Hatice Vecihe Hanım, babam Emin Efendi hocadır. Annem çocukluğunda Halep’te okumuştu ve bu yüzden ana dili gibi Arapça bilirdi. Halep, o tarihlerde devletimizin tıpkı İstanbul, Konya, Erzurum gibi bizim için çok önemli ve büyük şehirlerinden biriydi.
İdeolojik ilk mürebbiyem de annemdir. İdeolojik bilinçlendirme bağlamında bir öğretmenim, bir yol göstericim de babamdı elbette. Annem de, babam da bana sürekli Peygamber Efendimizin çok cömert olduğunu anlatırlardı. Beni bu bilinçle yetiştirdikleri için annemi ve babamı rahmetle ve minnetle anıyorum.
Eğitim hayatınız nasıl geçti?
Ailem beni İlkokula 3 yıl geç gönderdi, ilkokuldan sonra ortaokula gitmek için de 3 yıl bekledim. Bunun nedeni resmi öğretiye ve yeni kurulan devletin okullarına duyulan güvensizlik ve kaygı olarak görülebilir. Çocukluğumda ailemizin Ahmet Kuşçu adında bir dostu evimize gelir, bana okuma yazma öğretirdi. Babam evimize bir kara tahta da almıştı. Ahmet öğretmenimin öğretmesi ile ben kitap okumayı sökmeye başlamıştım, sınavla da ilkokul 3. sınıfa alındım.
Lise yıllarında özellikle Fransızca ve edebiyat derslerine özel İlgi gösteriyordum. Bu dönemde Hamle Dergisini çıkardım. Bu bir lise dergisi olmanın ötesine geçti ve geniş yankı buldu. Hatta Nurullah Ataç bir yazısında benden sitayişle bahsetmiş; “Nuri Pakdil’in iyi bir yazar, iyi bir düşünür olacağını umuyorum” demişti.
Üniversiteyi İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okudum. Ancak bu okulu isteyerek okuduğumu söyleyemem çünkü inançlarıma aykırı bir hukuk düzeni anlatılıyordu bizimle hiçbir bağı olmayan yabancı yasaları ezberliyorduk. Burada okumamın sebebi İstanbul’da okumuş olmaktı.
Bize biraz Yedi Güzel Adam’ı anlatır mısınız?
Yedi Güzel Adam adı Cahit’in bir şiirinden esinlenilerek adeta bizim bir simgemiz oldu. Yedi Güzel Adam olarak anılan bizler, olağanüstü bir arkadaş topluluğuyduk. Kuşkusuz edebiyat dergisini çıkaran ve sürdüren arkadaşlarımız 7 kişiden ibaret değildi. Edebiyatta daha onlarca kişinin emeği, alın teri ve fikri vardı. Yedi Güzel Adam’ın arkadaşlığı Maraş Lisesi’nde başlamış, gitgide artarak yoğunluk kazanmıştı. İdeolojimiz ortaktı, hepimiz sapına kadar İslam devrimcileriydik. Biz her zaman yazmayı ve düşünmeyi önceledik. Zamanla farklı kulvarlarda ilerleyenlerimiz oldu ama herkes yapmak istediğini en iyi yapanlardandı. Öykü yazan iyi öykücü, şiir yazan iyi şair, deneme yazan iyi denemeci oldu.
Peki, kimdir güzel insan?
Ülküsel konumunu algılayan her insan güzel insandır. Güzel insanlar da ülkülerini ülkelerinde yaşatmak için yaşarlar.
Maraş’ın sanatçı bakımından bereketli olmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bugün ülkemizin pek çok düşünürü, edebiyatçısı Maraşlıdır. Bu bereketi ilahi lütuf olarak değerlendirmeliyiz. Gerçekten bunun hikmetini kavramak için Maraş’ın coğrafyasını çok iyi bilmek gerekir. Maraş’ın çok yakınında sahabeden Malik Ejder Hazretleri’nin türbesi vardır. Ayrıca Peygamberimizin İstanbul’un feth edileceğini müjdeleyen kutsal hadisinden sonra, çok sayıda sahabe Mekke’den, Medine’den yola çıkmışlar, İstanbul’a yetişemeden yani Fetih Savaşına katılamadan vefat etmişlerdir. Kısaca bu mübarek sahabelerin Maraş yakınlarında makamlarının bulunuşunun feyzine bağlıyorum.
Necip Fazıl sizi bir genç olarak nasıl etkiledi?
Necip Fazıl’ın kitaplarının ve büyük doğu dergisinin ideolojik bağlamda ufkumun açılmasına ve yazarlık oluşumuma büyük etkisi olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek, bir şair, bir piyes yazarı, bir üslupçu yazar olması ile birlikte çok duyarlı bir tarih bilincine de sahiptir. Tarih bilinci içinde düşünmeye onunla ulaştık. O, getirdiği eleştirisel ölçülerle yabancılaşmaya iyice karşı koymuş, uygarlığını savunmuştur.
Günümüz yazarlarından, şairlerinden kimleri takip ediyorsunuz?
İnsanı anlamaya, insanı yorumlamaya çalışan yazarlara ilgi duyuyorum. Bir yazarın, insanı anlamaya, yorumlamaya çalışması, ele aldığı konuları uygarlık bağlamında değerlendirmesi gerekir. Ayrıca, bir yazarı, bir şairi takip edebilmem için önce o yazarın, o şairin diline özen göstermesi de kesin zorunluluktur.
Sizce bir yazar ya da şair çalışmalarında toplumsal konulara hangi ölçüde inmelidir?
Bir yazar ya da şair çalışmalarında toplumsal sorunların hepsine yoğun biçimde inmelidir. Tüm toplumsal olaylara ve insan ilişkilerine yoğun ilgi göstermelidir. Şiir, deneme, öykü, roman bütün türler mutlaka yeryüzünü şimdiki vechesiyle değiştirmeye yönelik olmalıdır. İçerik çok ağırlıklı, çok dayanıklı, çok devrimci öğelerle donatılmalıdır.
Ülkemizde sanata ve edebiyata olan ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemizde sanata edebiyata ilgi yaygın değil. Gazetelerde, dergilerde çok az yer veriliyor sanata edebiyata. Oysa sanatın, edebiyatın işlevi tüm sömürülere karşı durmaktır. En genel anlamda sanata edebiyata yakın olmakla ve sanatı edebiyatı savunmakla ortaya koyabiliriz insanı tuttuğumuzu, insanı düşündüğümüzü.
Sanatla insanı nasıl düşünürüz?
Kuruyan içine yönelerek elbette! Hep insana yakınlaşabilmek, hep insan sıcaklığını duyumsayabilmek ya da duyumsatabilmek oluyor, yapılacak iş. Bu da sanatla, edebiyatla olur ancak. Onun için insanı savunma gereğinden dolayı, sanatı, edebiyatı da savunmak zorundayız. Sanatsız, edebiyatsız nasıl yakınlaşabiliriz insana?
İslam’ın sanatla nasıl bir ilişkisi vardır?
İslam baştan sona güzellik demektir. Yüce Allah bir ayette “Yaptığınız işi güzel yapın, Allah işini güzel yapanları sever.” buyurmaktadır. Ulu önderimiz, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed; “Allah güzeldir, güzel yapılmış olanı sever” buyurmaktadır. İşte dinimizin estetik anlayışı budur. Yüce dinimiz sonsuz güzelliktir, bitimsiz evrenselliktir, sınırsız estetiktir.
Sanat ve edebiyatın toplumla ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Biz sanatı ve edebiyatı bir romantizm üreteci olarak tanımlamıyoruz. Biz ülkemizde edebiyatla gelen ve yerleşen yabancılaşmanın yine ancak edebiyatla ülkemizden atılabileceğine inanıyoruz. Bilinçli bir oluşum için en çok sanata, edebiyata gereksinim olduğunu, insan ruhuna giden tüm yolların edebiyattan geçtiğini, bir halkı olumlu ya da olumsuz yönde oluşturan gücün o halkın edebiyatı olduğuna inanıyoruz. Sanatı, edebiyatı birinci kaygımız yapmamız bundandır. Oluşmakta olan yeni, yerli edebiyatımız; yeni yerli kültürümüz önce uygarlığımıza dönüşümü sağlamakla yükümlüdür. Buna bağlıdır var olma koşulu, özgün bir edebiyat, özgün bir sanat olma koşulu. Bu da bir başkaldırıyı gerektiriyor tüm yabancılaşmaya başkaldırıyı.
Bir kitabınızın da adı olan Klas Duruş nedir?
Klas duruş, bir insanın bir yazarın hiçbir engelden yılmadan amacına doğru yürüyüşünü ifade eder. Klas duruş çok sabırlı olmaktır, vicdanlı olmaktır, ilkeli olmaktır, umutsuz olmamaktır. Yazdıklarınızla biçiminiz arasında çelişki olmamasıdır. Her koşulda doğru bildiğiniz şeyin arkasında durmaktır.
Peki, devrimci olmak nedir?
Bugün onurlu bir insan olabilmek ancak ciddi olarak antikapitalist ve antifiravunist olmakla mümkündür. Benim devrimciliğimin temelini bu ilkeler bağlamında İslam dinine olan sarsılmaz bağlılığım oluşturur. İslam dini özgürlükçüdür, ileridir, devrimcidir, bağımsızdır, sömürünün her biçimine karşıdır, başta kapitalizme karşıdır, başta yabancılaşmaya karşıdır. Bu din, insanın yalnızca emeğinin karşılığını yiyebileceğinizi vurgular. Şirke teslim olmamış bütün vicdanlar sömürü düzenine karşı sömürü düzeninin simgelerine karşı bir cephe oluşturmalıdır. Dikkatini enerjisini bu karanlık ve savaşa yoğunlaştırmalıdır. Karanlıklar ancak böyle çıkacaktır aydınlığa.
Devrimci dindarlığı nasıl tanımlıyorsunuz?
Devrimci dindarlık önce düşünmek, sonra düşünce ile eylem arasında sağlam köprüler kurabilmektir. Eylem ise alın terini, emeği, tüm ezilmişlerin haklarını savunmaktır. Emek sömürücülerine, insan sömürücülerine, savaşları körükleyen kara siyasaya karşı bir duruş sergilemek, hesaplaşmak ve dirençle karşı koymaktır. Özgürlük savaşımına katkı sağlamak, özgürce konuşabilme hakkını savunmaktır. Devrimci dindarlık, Mevlana gibi “Ben Muhammed’in yolunun tozuyum” diyebilmek; Yunus Emre gibi, “Canım kurban olsun senin yoluna. Adı güzel, kendi güzel Muhammed” diyebilmektir. Devrimci dindarlık, insanın yüreğinde sınır tanımayan devrim ateşini taşımasıdır.
Bir İslam devrimcisi olarak bugün Ortadoğu’da yaşananları nasıl yorumluyorsunuz?
Bir yeryüzü devleti olan büyük Osmanlı Devleti parçalandığı ve hilafet ilga edildiği için bütün bu trajediler vuku bulmaktadır. Ancak batılılar yüreklerinin en gizli köşelerinde hala duran Ortadoğu korkusunu atamamışlardır. Nedir bu korku: Doğuluların İslam uygarlığının yeniden gün yüzüne çıkarma olasılığı. Ortadoğu ulusları İslam uygarlığını yeniden canlandırabilir ve uygarlık doğrultusunda bir birlik oluşturabilirlerse bu trajediler son bulacak, bu kargaşa sona erecek ve çağın dengesizliği düzeltilebilecektir.
Türkiye bu durumda neler yapabilir?
Yeryüzünü kurtaracak hareket ancak ve ancak Türkiye’den başlayacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin İslami yönde ilerlemesini durdurmak amacıyla bütün dünyada tuzaklar kurulmaktadır fakat inşallah bunların hiçbiri bizi etkilemeyecektir. Türkiye yalnız kendisi için değil Ortadoğu ülkeleri için de var olmak zorundadır. Türkiyeli Müslümanlar olarak dünyanın neresinde insan onurunu hiçe sayan ne varsa onunla ilgilenmeli ve gereken atılımları yapmalıyız. İslam ülkelerine baktığımız zaman bütün umudun Türkiye’de olduğu görülecektir. Umut kelimesi yerine Türkiye adını yazsak yeridir. Hepimiz bu umudu yaşatmaya çalışmalıyız. Kişi ya da parti çıkarlarını değil, ümmetin çıkarlarını gözetmeliyiz. Başarının anahtarının birlik olduğunu unutmamalıyız. Şu kadar yüzyıl sürmesi ile övündüğümüz Endülüs ve Osmanlı Devletlerinin kavmiyetçilik, kabilecilik, bölgecilik nedeniyle kişisel çıkarların öne çıkması, Ümmet bilincinin önüne geçmesi nedeniyle yıkıldığını unutmamalıyız.
Gençler sizi çok seviyor ve örnek alıyor. Onlara neler tavsiye ediyorsunuz?
Ben Türkiye’nin özellikle Ortadoğu için tartışılmaz önemde bir işlevi olduğunu görüyorum ve bu bağlamda gençlerimize hep umutla bakıyorum ve önemsiyorum. Böyle bir tarihsel sorumluluğa muhatap olan gençlerimiz çok okumalı, kendilerine çok iyi yetiştirmeli ve mutlaka bir yabancı dil öğrenmelidir. Ayrıca bütün doğu ve batı klasiklerini titizlikle okumalıdır. Dostoyevski, Shakespeare, Tolstoy, Aristo, Eflatun, Goethe, Balzac ve tabii ki İbn-i Haldun, Sadi, Gazali, Muhiddin-i Arabi, Mevlana, Necip Fazıl, Rasim Özdenören, Akif İnan, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu’nun kitaplarını titizlikle okumalarını öneririm.
Batılılaşmaya karşısınız ancak bir yandan da batı eserlerini öneriyorsunuz.
Nuri Pakdil batılılaşmaya ve batı taklitçiliğine karşıdır. Batının edebi değerlerinin, düşünce hareketlerinin okunması, incelenmesi taraftarıyım. Nitekim ben özellikle Rus ve Fransız edebiyatının bütün büyük eserlerini hassasiyetle okumuş bir insanım, Fransızcadan çeviriler de yaptım.
Son olarak Özçekim okurlarına neler söylemek istersiniz?
Son olarak gençlerimizden mümkün olduğunca hiç kimseyle tartışmamalarını, fakat düşünmelerini ve başkalarını da düşündürmelerini istiyorum. Çünkü bazı insanlar o kadar yanlış şartlanmalarla parçalanmış durumdalar ki, bunları ancak yumuşaklıkla yapıştırabiliriz birbirine.