Unutulmaz Bir Kişilik; Tarık Buğra | Özçekim
Kültür - Sanat

Unutulmaz Bir Kişilik; Tarık Buğra

O, Türk Edebiyatı’mızın Cumhuriyet Dönemi’ne damga vurmuş çok özel şairlerimizden biri. O, eşsiz hikâyeleriyle, tiyatro, gezi yazılarıyla, fıkra ve denemeleriyle, romanlarıyla, senaryolarıyla sayısız eser vermiş; heykeli Ankara’da Milli Kütüphane’nin önüne dikilmiş bir şahsiyet. Ölümsüz Şahsiyetler’in bu sayıdaki konuğu Tarık Buğra karşınızda!

Kimdir Tarık Buğra?

1918 yılında Akşehir’de hukukçu bir babanın oğlu olarak doğdu. Babasının ismi Mehmet Nazım, annesinin ise Nazike idi. Babası Erzurumlu olmasına rağmen kendisi tamamen Akşehir kültürüyle doğup büyümüştür. Eğitimi oranın törelerine, insani ilişkilerine göre oluşmuştur. İlkokuldan ortaokula, hatta liseye kadar hep bir isyanı vardır. Bu da yine ilkokulda, ortaokulda ve lisede bir hafta-on gün kadar kovulmasına, cezalandırılmasına sebep olmuştur. Yola, “sanat sanat içindir” mottosuyla çıktı. Ve bu ilkeye bütün çalışma süresince bağlı kaldı. Bu sözün yanlış anlaşıldığını ve yorumlandığını da düşünmektedir.

Neden Sanat Sanat İçindir?

Şöyle demiştir bir röportajında Tarık Buğra…

“Özellikle de toplumdan kopuş, toplum meseleleri ile ilgilenmeme gibi ele alınır ama benim anlayışıma göre tam aksidir gerçek. Sanat sanat için demek, sanatın bağımsızlığına inanmak sanatı kendi kurallarıyla çerçevelemektir bana göre. Bunun aksi tezde şu toplumculuk, sosyal gerçekçilik ilkelerinde ben sanata sanatçının kendi kendisine ve topluma ihanetini görüyorum. Bu da olaylara ve insanlara belli bir açıdan, belli bir öğretiye göre bakışı buluyorum. Sanatçının en büyük gücü olan bağımsız kafaya sırt çeviriş görüyorum. Sanat sanat içindir derken sanatçının olaylar ve insanlar karşısında bir bilim adamı kadar objektif olmasını kastediyorum. Sanatçı ancak böyle olursa topluma, insanlara ve insan kafasına yardımcı olabilir. Buna inandım, buna göre yazdım.”

Neden İnsan Hikâyeleri?

Belli bir öğretiye, belli bir politik görüşe, belli bir felsefi görüşe, belli bir tarih anlayışına bağlanmanın, olaylar karşısındaki tarafsızlığımızı zedelediğini düşünüyor Tarık Buğra. Haksız da sayılmaz. Bunu pek çok kez örnekleriyle gördük ve görüyoruz. Bu sebeple de kendisi bu yoldan çıkıp, insanı baş konu edindi. İnsanın acılarını, insanın mutluluk çabalarını, insanın insanla ilişkilerini ve bütün bu ilişkilerdeki, bu çabalardaki kötü yanlarını yansıttı. Ki, sanat sanat içindir demek ne romantizmdir; ne gerçeğe ihanettir. Kötülükler de vardır. Onları da göstermeye çalıştı. İnsanın üçkağıtlarını, küçük ayak oyunlarını, kendisine ihanetlerini de göstermeye çalıştı. Ama asıl amacı insana biraz mutluluk vermek ve insanın düşünce gücünü tahrik etmek. Asıl isteği hep bu oldu. Bunu kendi de ifade etti. Dedi ki; “Düşünebilmeye zorlamak. Ben kitaplarım çok satsın ve meşhur olayım diye Allah var ki bir endişe duymadım, hem de hiç. Okuyucum az olsun ama beni anlasın. Benim harcadığım çabaya karşılık o da bir parça çaba göstersin. Bunu isterim.”

Toplumsal olayların havadan gelmediğini, insanlardan geldiğini düşünen Buğra; bu sebeple mizaç ve psikolojiye çok önem verdi. Mizaçları anlamaya, bir takım psikolojileri anlayıp anlatmaya çalıştı. Kuru kuklalar vermek istemedi hiç. Kendi gerçekleri içerisinde, kendi iç dünyalarının içerisinde yakalamak ve anlatmak istedi karakterlerini…

Oyun Yazarı Tarık Buğra

Onun için oyun, tiyatro yazmak; kendi kuralları içerisinde tutmaktır sanatı. Tiyatronun da kuralları vardır. Bunlara elbette uyar, uydu da. Teknik, hatta teknik ötesi de bazı şeyler istiyor tiyatro. Tiyatro psikolojik olaylar değil de psikolojinin eylemde, davranışlarda, tutumlarda belirtilmesi ön plana geçiyor. Tiyatronun romandan bambaşka bir şey olduğunu yazarken kendisi de fark ediyor. Evvela edebiyat, insanlardan bahsediliyor diye bakar lakin görür ki bambaşka bir şey. Çok tutulmasına, hatta ödül almasına rağmen iyi bir tiyatro yazarı olduğunu hiçbir zaman düşünmedi.

Nasıl Başarılı Olunur?

Hür düşüncenin ve bağımsız kafanın sanatı olarak gördü, yaşadı yaptığı işi. Konu dışı, insana aykırı ya da insanla bağdaşmayacak tutumların yazara bulaşmaması gerektiğine inandı. İnsanı, insan ilişkilerini, insanın toplumla ilişkilerini tarafsız bir gözle görebildiği ölçüde bir yazarın başarılı olduğuna inandı. Ve buna çaba harcadı. Dışarıdan herhangi bir etkiye, hele hele bir yönlendirmeye uğramamak için elinden gelen titizliği gösterdi.

İnsan Salt İyi Veya Kötü Değildir

Kitaplarında insanın çeşitliliğine, güzelliğine, iyiliğine ve güzel şeylere lâyık olduğuna işaret etmek istedi, bunları belirtmek istedi. İnsanı gruplandırmadı. Belirttiklerinin arasında salt kötü veya baştan sona kadar iyi insan bu sebeple yoktu. İnsan değişen, insan daima kendisini yenileyen bir yaratıktı. İnsan okuyunca güzele, iyiye, doğruya, haklıya yönelir. Buna yardımcı olmak ise yazarın görevidir. Kötülüklerini değişmez gibi göstermek veya tartışmaya açık inançları salt ve devamlı olarak iyi kalacak, haklı kalacak gibi göstermeye çalışmak ona göre insana ihanettir. İnsanın kendini yenilemesine, doğruyu bulmasına engel olmaktır ki; yazara onu yakıştıramaz.

Eğitimi Üzerine

Annesi okuma yazma bilmezdi. Ama Yunus’tan ilahiler okurdu ona. Kardeşlikleriyle, âhiretlikleriyle toplanırlar ve kendi inanç dünyalarının sohbetlerini yaparlardı. Babası, hukuk tahsil etmişti Ağır Ceza Reisi’nde; Akşehir’de. Ondan ve onun kitaplıklarından çok şey aldı. İşte eğitime girişi böyle oldu. Ama öyle düşünür ki, yazar olma kararını verdiği zamanda en büyük etken öğretmenleri idi. Bu öğretmenlerini; Rıfkı Melül Meriç’i, Pertev Naili Boratav’ı, Hakku Süha Gezgin’i önce saygıyla yaşı ilerleyince de rahmetle andı. Bilhassa Hakku Süha Gezgin’le önemli anıları olsa da önce Rıfkı Melül Meriç için dediğine kulak kabartalım. Tarık Buğra için o; “Beni futboldan, körebeden, voleyboldan, erik hırsızlığından, kiraz hırsızlığından koparıp şiire, kitaba bağlayan o oldu. Yaz dedi, yazmamı istedi ve bu istek benim hayatımın anlamı oldu.

Ve geçelim Hakku Süha Gezgin’le olan anısına. Der ki; “Benim Türkçe’m için bir ışık olmuştur. Türkçe’mi övmeyen bir eleştirmen yok. Bunu övülmek için değil bir gerçeği, bir olayı anlatmak için söyledim. Eğer bu doğruysa, benim Türkçe’m gerçekten güzelse bu rahmetli Hakku Süha Gezgin sayesinde olmuştur. İlk görevim, şimdi kompozisyon deniliyor ki bizim zamanımızda tahrir vazifesi derdik. Tam not aldım. Rahmetli o güne kadar hiçbir öğrencisine tam not vermemiş. Bu İstanbul Lisesi’nde olay oldu. Ve ben çok gururlandım ve ikinci tahrir vazifesinde bütün hünerlerimi göstermek istedim…

Aldığı Büyük Ders

…Ne kadar Arapça, Farsça terkip biliyorsam hepsini döktürdüm. Benzetmeler yaptım. İstihareler yaptım. Ve notu, övgüyü bekledim sabırsızlıkla. Hoca geldiği zaman bana kalk dedi. Ben övgü beklerken bana şu dizeleri okudu. Arapça isteyen Arabistan’a, Farça isteyen Tacikistan’a; İran’a, Frenkçe isteyen Frenkistan’a gidebilir. Bize Türkçe gereklidir. Ve bu tokat ki ben buna tokat derim, dil üzerinde şuurlu bir şekilde durmamı sağladı.

Ancak öğrencilik hayatını çok da sevdiği söylenemez. Özellikle lise bitene kadar en iyilerin arasında olmasına rağmen okulu çok sevmeyen Buğra, üniversite dönemi içinse kendi tabiriyle “yüz kızartıcı” der. Tıp, Hukuk, Edebiyat fakültelerinde okudu. Ama hiçbirisi okumak olmadı. Bitiremedi. Geriye ise birbirinden güzel eserler bize miras kaldı. Ne olacak, varsın o da üniversitede başarılı olmasın. Yaşasaydı şu anda tam 101 yaşında olacaktı.

 

Sayılarla Tarık Buğra

1918’de doğdu.

75 yaşında vefat etti.

4 hikâyesi bulunmaktadır.

2004 yılında Akşehir’e heykeli dikildi.

Romanları

Siyah Kehribar (1955)

Küçük Ağa (1954)

Küçük Ağa Ankara’da (1966)

İbiş’in Rüyası (1970)

Firavun İmanı (1976)

Gençliğim Eyvah (1979)

Dönemeçte (1980)[7]

Yalnızlar (1981)

Yağmur Beklerken (1981)

Osmancık (1973)

Dünyanın En Pis Sokağı (1989)

Senaryo ve Oyunu

Sıfırdan Doruğa-Patron (1994)

 

Tiyatroları

Ayakta Durmak İstiyorum

Akümülatörlü Radyo

Yüzlerce Çiçek Birden Açtı (1979)

Gezi Yazıları

Gagaringrad (Moskova Notları) (1962)

Fıkra ve Deneme

Gençlik Türküsü (1964)

Düşman Kazanmak Sanatı (1979)

Politika Dışı (1992).

Bu Çağın Adı (1990)

Tarık Buğra Sözleri

“Varım, öyleyse düşünmeliyim; onurumu, özgürlüğümü, bağımsızlığımı korumak için düşünmeliyim.”

“Utan len hafızın oğlu utan. Koca Memalik-i Osmaniye senden beter oldu, bin beter oldu. Kıçı kırık İtalyan askeri gelmiş ta Akşehir’e dayanmış da Hafız’ın oğlu kolundan budundan konuşur. Haram olsun o gaza sana diyecem emme dilim varmaz utan, utan.”

“Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür oğul. Hırsımız sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülür sonrada dünyayı çok büyük görürüz.”

“Gün doğmak için batar.”

“Sevdiklerimin yanında uzun uzun kalmaya katlanamıyorum… Sevgimi söyleyemeyeceksem…”

“Gönülden istek olunca ıraklar yakındır Yolları bitmez gösteren isteksizliktir.”

“En önemli gerçek ve yaşayan tek gerçek geçen günlerdedir.”

“Düşmanın bir mi? Sen ona bir daha ekle. Üç mü, beş mi? Sen ona bir de kendini ekle ve üçse dört, beşse altı de. Ve sen sana düşmanların en çetini oldun, bunu böyle belle!..” Syf.93 .

“Dukas’ın cevabı Orhan’ın babasını çok çok üzmüştür.. Dukas’ın davranışı Osmancığın çene kemiklerini zonklatmıştır. Ama Osman Beğ , “Kılıcı almadı, he mi?”den bir adım öteye geçmemiştir.”

“Kültür diye bir şey vardır ve kültür bir toplumun olmak ya da olmamak meselesidir.”

Buna da Göz At

Close
Close