Kültür - Sanat
Tüm Güzelliği İle Ayasofya Camii

Bir akşam İstanbul’a bakın uzaktan. Bakın ve siluetine işlenen o kubbeyi görün. Bakın ve kadim şehrin sırlarının saklı olduğu yapıyı izleyin. Nereden bakarsanız bakın; İstanbul’un şu anki haline, gelecekteki haline ve henüz İstanbul olmadığı, Konstantinopolis olduğu haline erişeceğiniz o inceliği seyredin. Zira, İstanbul’un en ince olduğu noktadır Ayasofya…
Şehri süsleyen ağaçların ince dallarından birine tünemiş iki karga önlerinden geçmekte olan yaşlı adamı süzüyor. Ağaçlar avluya bakan duvarın ardında dizili. Avluda sonbaharın habercisi olan sararmış yapraklar rüzgârla dans ediyor. Elinde çalılıklardan yapılmış süpürgesiyle bir adam bir şeylerle uğraşıyor. Kargaların anlamlandıramadığı bir şeylerle.
Hoş Geldiniz, Sefalar Getirdiniz
Derken adam belini tutarak doğruluyor birdenbire. Sakalını sıvazlıyor. “Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” diyor kadife incelikteki bir sesle. “Ayasofya da sizi bekliyordu” oluyor sonraki sözleri.
“Her sonbahar sizin gibi genç yürekler gelir buraya. Yabancısı olurlar genelde buranın. Evet, adını sanını duymuşlardır ama yine de yabancılardır. Çünkü yabancılık bilinmezliklerin ardında yer alır ve Ayasofya’nın kendine has bilinmeyenleri vardır.”
Adam sözlerini rüzgâra bırakmayı sürdürürken elindeki süpürgeyi kaldırıma doğru bırakıyor. “Gelin” diyor adam. Sırtını dönüp yürümeye başlıyor ve görkemli yapının küçük, dış kapısından içeri giriyor.
Kapının eşiğindeki yol ince ve dar ilerliyor ve yolun sonu mabedin ortasındaki istifli mermerlere açılıyor. Adam ayaklarını mermerlere sürüyerek bir müddet gidiyor ve kubbenin tam ortasında duruveriyor. Uzunca cübbesinin içerisinden bir kitap çıkarıyor ve açıyor kitabı. Kitabın açılan sayfalarından yukarı doğru bir ışık huzmesi yayılıyor. Yaldızlı, eğlenen ışık damlalarının bir o yana bir bu yana hareketlerde bulunduğu bir ışık huzmesi…
Kutsal Mabedin Bilinmeyenleri
“İyi bakın” diyor adam. “Birazdan bu kutsal mabedin bilinmeyenlerini göreceksiniz ışıkların içerisinde.” Gerçekten de kitaptan süzülen ışık huzmesinin ortasında birleşiyor ışık damlaları. Bir şekil oluşturuyorlar. Bir insan şekli. Adam, “İmparator Justinianos…” diyor. Sesinden ciddi bir ifade sezinleniyor. İmparatorlara özgü bir ciddilik.
“Daha önce burada yapılan ve çeşitli etkenlerle yıkılan iki kiliseden sonra, görmüş olduğunuz İmparator Justinianos tarafından dönemin önemli iki mimarı Miletli Isidoros ve Trallesli Anthemios’a yaptırıldı Ayasofya…”
O konuşurken ışık damlaları da onunla beraber konuşuyor. İmparator Justinianos’un şeklini oluşturan damlalar dağılıp ikiye bölünüyor, Miletli Isidoros ve Trallesli Anthemios’u betimliyor. İki mimarın ışıktan bedenleri kendi eksenleri etrafında dönüyor. Müthiş bir sessizlik içerisinde, ışıkların hareketlerinden çıkan sevimli bir ses kaplıyor iç avluyu.
“Tarihçi Prokopios bu kutsal mabedin yapımını 23 Şubat 532 ile 27 Aralık 537 arası toplam 5 sene olarak aktarıyor. Böyle alacalı bir muhteşemlik için oldukça kısa bir süre…”
Işık damlaları sıfırdan inşa ediyor Ayasofya’yı. Minaresiz yapı küçük bir ışık maketi adeta.
“İmparator, Ayasofya’nın daha görkemli ve gösterişli olması için ülkesine bağlı bütün eyaletlere haber göndererek en güzel mimari parçaların Konstantinopolis’e getirtilmesini emretti. Dolayısıyla bu muhteşem yapıda kullanılan sütun ve mermerler Aspendos, Efes, Baalbek ve Tarsus gibi Anadolu ile Suriye’deki antik şehirlerin kalıntılarından getirtildi.”
Adam elinde açık halde tuttuğu kitapla beraber Meryem Ana ve İsa’nın bulunduğu tarafa doğru yöneliyor. Kitaptan yayılan ışıkların oluşturmuş olduğu maket dağılıp eski haline dönüyor. Kendi halinde eğlenen küçük ışık damlalarına…
Özel Mozaiklerle Süslü Bir Yer…
“Ayasofya… Mermer kaplı duvarları dışındaki tüm yüzeyler birbirinden özel mozaiklerle süslenmiştir. Bu mozaiklerin yapımında altın, gümüş, cam, pişmiş toprak ve renkli taşlar kullanıldı. Değerli malzemelerle yapılan bu mekan, dolayısıyla insanoğlu tarafından tahribata da uğradı. Amaçları Kudüs’ü elimizden almak olan Haçlılar dördüncü kez zalim seferlerine çıktıklarında yollarından şaşıp ve Konstantinopolis’e geldiler. 1204-1261 yılları arasında tam 57 yıl boyunca bu şehri zulümlerinin baş şehri ilan ettiler. Bunun en büyük göstergesi acımasızca öldürülen insanların yanında, ahlaksızca yağmalanan Ayasofya oldu…”
Işık huzmesini oluşturan küçük damlalar öfkeleniyor birden. Haçlılara karşı seneler öncesinde gösterilen tepkiyi gösteriyorlar. Şekilden şekle girip önce Haçlı ordularını, sonra acımasızca öldürülen insanları ve en son da ateşler içerisinde kalmış Ayasofya’yı canlandırıyorlar.
“Ama bilirsiniz ki zalimin zulmü, her zaman mazlumun galibiyetiyle sonuçlanır. Seneler 1453’ü gösterdiğinde efendimizin müjdelediği genç komutan ve kutlu ordu şehre giriyor.” Işık huzmesinde atını şaha kaldıran genç bir komutan beliriyor. Kılıcı göğe doğru bitmek tükenmek bilmeyen bir adaleti savunuyor. Işık damlaları dağılıp Allah, Muhammed, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali kelimelerini oluşturuyor. Kelimelerin etrafında birer daire beliriyor ve daireler Ayasofya’nın iç mekanını süslüyor. Meryem Ana ve İsa’nın etrafında. Duvarlara işlenen meleklerin kanatlarının ucuna yerleşiyor İslam.
“Osmanlı Sultanı II.Muhammed, ki siz onu Fatih Sultan Mehmed olarak tanıyorsunuz, Ayasofya’yı hoşgörüyle tanıştıran şahsiyet olmuştur. Kutlu Sultan, Ayasofya’nın içerisindeki mozaiklerden insan figürleri içerenleri ince bir sıvayla kaplatmış, içermeyenleri ise olduğu gibi bırakmıştır. Yüzyıllarca sıva altında kalan bu mozaikler böylece doğal kalmış, tahribattan kurtulabilmiştir…”
Kitabın üzerindeki ışıklarda bir mutluluk okunuyor. Ayasofya’nın maket halini yeniden oluşturan ışık damlaları, bu makete minareler ekliyor. Artık Ayasofya İslam dünyasının en muhteşem camisi.
“Çok sevdiğiniz bir şahsiyet var burada, bakın…” diyor adam. Işık damlaları yeni bir insan silueti oluşturuveriyor: Mimar Sinan.
“Yapıldığı tarihten itibaren çeşitli etkenlerden dolayı zarar gören yapıya hem Doğu Roma hem de Osmanlı döneminde destekleyici payandalar eklenmiştir. Mimar Sinan tarafından eklenen minareler yine aynı şekilde birer payanda işlevi görür. Eğer dikkatlice bakarsanız fark edeceksiniz…”
Yaşlı adam iç çekiyor.
“Yüzyıllar boyunca ayakta durdu Ayasofya. Sanat tarihi ve mimarlık dünyasının baş yapıtları arasındadır kendisi. Sahip olduğu bu büyük kubbe, Bizans mimarisinin bir örneği olup Ayasofya’yı diğer katedrallerden ayırmaktadır.”
Gülüyor. Sesinin oluşturmuş olduğu akisler önce ışık damlalarında karşılık buluyor, sonra Ayasofya’nın mermer duvarlarında.
“Dünyanın en eski katedralidir Ayasofya… Yapıldığı dönemden itibaren yaklaşık 1000 yıl boyunca dünyanın en büyük katedrali olmuştur aynı zamanda. 1520 yılında Endülüs’te inşa edilen Sevilla Katedrali, Ayasofya’dan devraldı bu ünvanı.”
Ağır adımlarla yürümeye başlıyor adam. Eski bir sütunun yanına geliyor.
“Rivayete göre Süleyman peygamberin emrindeki devler, periler, cinler yüce bir saray yapılması için Elbürz ve Kaf dağlarından çeşit çeşit mermer sütunlar kesip getirmişler. İşte bu sütunların onlardan olduğuna inanılıyor. Hatta bakın bu el izi o devlerden birine ait…”
Binanın ruhunu hissedercesine sütuna dokunuyor.
Birçok Efsanenin Barındığı Yapı
“Bu ve bunun gibi birçok efsanenin barındığı bir yapıdır Ayasofya… Nuh’un gemisinin artıklarından yapıldığına inanılan orta kapısı, Meryem Ana’nın göz yaşlarının aktığına inanılan delikli sütunu, kubbesinde yer aldığına inanılan peygamber kemikleri… Bu yapı sadece taştan ve demirden değil anlayacağınız. Burası inançların binası, duyguların mabedidir…”
Işık damlaları tarihi aydınlattıkça hüzün damlaları düşüyor sütunların arasına. Bir inanç binası Ayasofya… Peygamberlerimizin efsanelerine ev sahipliği yapan, İslam dünyasının ibadetini yansıtan bir bina… Yaşlı adam dolan gözlerini yavaşça kapatıyor ve insanların ibadetlerini gerçekleştirdiğini düşlüyor Ayasofya’da.
‘’Fatih Sultan Mehmet ile camiye dönüştürülen Ayasofya ilahi kelamı 5 vakit işitmek ister gibi. Köklü bir inanç binası olarak girdi hayatımıza ve hala bizde ki yerini korumakta. Çünkü burası Ayasofya Camii…’’
Adam iki eliyle kitabı kapatıyor. Işık huzmeleri dağılıyor etrafa ve kitabın kapağına yapışarak bir cümle oluşturuyorlar: La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah.
“Artık yabancı değilsiniz. Artık sırlara vakıfsınız. Kutsal bilgeliğe eriştiniz artık çünkü Ayasofya kutsal bilgelik anlamına gelir…”
Sırtını dönüyor ve ağır adımlarla dışarı çıkıyor ve Nuh’un gemisinden arta kalanlarla yapıldığına inanılan orta kapıyı açık bırakıyor. Sonrası kutsal bir bilgeliğin getirdiği ulaşılamaz bir sessizlik, sonrası Ayasofya.