Nobel Fatihi Aziz Sancar Hakkında Dair Her Şey | Özçekim
Kültür - Sanat

Nobel Fatihi Aziz Sancar’a Dair Her Şey!

 

 “Atalarımızın dünya medeniyetine büyük katkıları olmuştur. Türklerin ve Müslümanların ise 500 yıldır bilime önemli bir katkısı olmadı oysa bilim bir gelenek meselesidir. Bilimle uğraşmak bizim atalarımıza karşı bir vicdan ve namus borcumuzdur.”

Aziz Sancar

 

Ceviz ağacına sırtını dayamış, matematik kitabının sayfalarında çözülmedik soru bırakmaksızın ilerliyordu. Her zaman böyle yapardı; evde ne kadar kitap varsa merkebine yükler, bahçeye gelir ve ceviz ağacının altında kitaplarına dalıp giderdi. Dışarıdan bakınca sessiz, sakin, içe dönük bir çocuktu. Ama yüreğinde sarsılmaz bir cesaret, başını öne eğmeyecek bir gurur ve odaklandığında tüm sınırları devirecek bir azim taşıyordu. Mardin Savur’da çıplak ayaklarıyla koşmaya başladığı bu yaşam yolunda onu bekleyen dünyaya bedel bir Aziz olmaktı.
Çünkü O hep, “Bir Türk, dünyaya bedel” dedi, dünyaya bedel oldu…

O Aziz Sancar, Türkiye’ye ve Türk insanına muhteşem bir ödül kazandırdı. Ancak asıl büyük ödül Nobel’in dahi üzerindeydi. Sancar, Türk milletine, topraklarında doğacak bilim ve dünyaya uzanan bir başarının imkânsız olmadığını yeniden hatırlattı.

Peki, Nobel gibi dünyanın en prestijli ödülüne sahip olmak nasıl bir ailede doğmayı, nasıl bir çocukluk geçirmeyi ve nasıl bir eğitim almayı gerektirir? Aziz Sancar’ın yaşamı bu soruyla birlikte zihnimizde canlanan havalı şehirler, özel eğitimler ve üstün bir yaşam standardının tek geçerli formül olmadığının adeta canlı tanığı.

Mardin Savur’da 8 çocuklu bir ailenin 7. çocuğu olarak doğmuştur Aziz. Annesi Meryem, bir köy imamının okuma yazma bilmeyen kızıdır. Babası çiftçidir ve okula başlayana kadar babasının arkasında çıplak ayaklarıyla dolaşmıştır tarlalarda, bahçelerde. O yaşına kadar bir ayakkabısı dahi olmamıştır. Yavru keçilerin ardından koşan küçük Aziz’dir o. Pek sevmez keçilerin ardından koşmayı ama akşam oldu mu evin çatısında yatmak, sabah ezan sesiyle uyanmak en sevdiği şeydir. O muhteşem manzaranın ortasında geçirdiği geceleri hep özlemle anımsamaktadır.

“Abdülgani ve Meryem Sancar’ın sekiz çocuğunun yedincisi olarak, Mardin’in Savur denilen küçük ilçesinde 8 Eylül 1946’da dünyaya geldim. Babam çiftçi iken, annem, ev ve çocuklarla ilgileniyordu. O günün standartlarına göre orta sınıf bir aile idik. Her zaman yeterli yiyeceğimiz vardı ama ayakkabı bizim için bir lükstü ve 7.sınıfa kadar tek bir ayakkabıyı sadece okula giderken giyerdik. Evin çatısındaki geniş yataklarda yatmak bizim için bir ödüldü. Uykuya dalarken yakındaki iki Suriye kasabasının ufukta yansıyan ışıklarını izlerdim ve sabahları evimizin 200 metre yakınında bulunan tarihi bu Şehidiye Camii’nden gelen ezan sesiyle uyanırdım.”

Biraz Kimya Biraz Futbol

Aziz Sancar

Sancar okula gitmeye başlamasıyla ilk kez ayakkabı giymeye başlar. Ancak okulda zekâsıyla göz dolduran bir öğrenci olmayı da başardı. Özellikle kimyaya büyük ilgi duyuyordu. Ancak onun bir ilgi alanı daha vardı. O da futbol. Ancak boyu ve kilosu futbol için ulusal düzeyde değildi ancak zekâsı ile sınırların ötesinde bir gençti Sancar.

“Onuncu sınıfta mükemmel bir kimya öğretmenim beni kimyager olmaya yöneltti. Ancak akademisyenlik benim tek ilgim değildi. Dünyadaki her erkek çocuğu gibi ben de futbol oynayarak büyüdüm. Mardin Lisesinde, Savur spor ve Mezopotamya sporda kaleci olarak oynadım. Türk Ulusal Takımlarında oynamak benim hayallerimden biri olmasına rağmen bu denemelere katılmamayı tercih ettim çünkü boyumun ve kilomun ulusal düzeyde oynayabilecek düzeyde olmadığını düşünüyordum.”

Sağlam Eğitim Temeli

Aziz Sancar Eğitimi

Sancar’ın yüreğindeki millet aşkı ve güçlü manevi duygularının tohumları henüz o yaşlarda atılır. Ülkesinin yaşadığı şanlı günler de, zorlu savaşlar da ardından gelen büyük dönüşümler de yüreğinde yer eder. Hiç birini birbirinden ayırmaz, korur, sahiplenir. Onun yaşamına yöne veren, onu geliştiren çok önemli insanlar vardır. Biri annesi, biri babası, diğeri ise ağabeyi Kenan… Ancak ona muhteşem bir vizyon aşılayan bu üç insana o hep birini daha ekler; çok sevdiği Mustafa Kemal Atatürk…

“Eğitimimin ilk yıllarında bende en büyük izi bırakan üç kişi, Mustafa Kemal Atatürk’e ek olarak; annem Meryem, babam Abdülgani ve en büyük abim Kenan’dı. Annem, Savur’un yanındaki küçük bir köyün imamının okuma yazması olmayan bir kızıydı. Okuma yazması olmamasına rağmen annem, tanıdığım en zeki kadın idi. Bütün çocukları onun ısrarları sayesinde eğitimlerinde başarılı oldu. Babam bildiğim en çalışkan insandı. Benim idolümdü ve hâlâ da öyle. En büyük ağabeyim Kenan, bana okuma-yazmayı beş yaşımdayken öğretti ve bu sayede okula, sınıf arkadaşlarımdan daha önde başladım. Ayrıca, Kenan eğitim ve sıkı çalışmayla mükemmeliyet ve ilerlemenin takipçisi olarak benim için bir rol modeldi.”

Savur’da ilkokul, Mardin’de lise okur. O yıllarda en sevdiği derstir; Matamatik, Kimya, Fransızca ve Türkçe. Lisede ki kimya öğretmeninden de hep sitayişle bahseder. O mükemmel öğretmenin de etkisiyle içinde bir kimya aşkı yeşerir. Ancak yakın arkadaşlarının da yönlendirmesiyle “Tıp sınavına da gireyim bakalım” der. Hem kimyayı hem de tıbbı kazanmıştır ancak “anca beraber kanca beraber” diyerek arkadaşlarıyla birlikte İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başlar üniversiteye. Artık o bir tıp öğrencisi ve doktor adayıdır. Kırsal bir bölgeden gelmiş olsa da geride kalmamaya da kararlıdır. Nitekim Türkiye’nin en iyi özel okullarında okuyan gençlerini geride bırakarak okulunu birincilikle bitirir.

“Türkiye’de üst düzeyde bir tıp okuluna katılmanın en büyük dezavantajı başaramama korkusudur. Mardin’deki okulumu birincilikle bitirmeme rağmen burada Türkiye’nin en iyi özel ve devlet okullarından gelen arkadaşlarım yanımdaydı ve ben arkadaşlarıma da kozmopolit bir şehirde geri kalmış Güneydoğu’dan gelen bir öğrencinin nasıl başarabileceğini göstermeye kararlıydım.”

 

Sancar gere Mardin’de gerekse İstanbul Üniversitesi’nde öyle güçlü bir eğitim alır ki, yurt dışına gittiğinde dahi bilimsel olarak her konuda hazırdır. Sancar, gün gelecek Nobel Ödülü’nü okuduğu üniversiteye gururla bağışlayacaktır. Sancar nereye giderse gitsin, daima gururla bahsettiği bu eğitimi, uzakta değil kendi topraklarında edinmiştir.

“Türkiye’nin gelişmemiş, kırsal bölgesinde olmama rağmen ülkemin tarihiyle ilgili bana gurur veren ve muhteşem başarıları hakkında bana güven veren harika bir eğitim alma şansı elde ettim.“

 

Savur’un Gördüğü İlk Doktor

Savur’un Gördüğü İlk Doktor

Üniversitenin ardından soluğu doğduğu yerde, Savur’da alır Sancar. Hizmet etme aşkıyla geri dönmüştür Savur’a. Çok geçmeden şifa dağıtmaya başlar her yana. Öyle sevilir ve öyle faydalı olur ki çevresine, reçeteleri muska niyetine saklanır oldu. Bugün dahi her röportajında bahsederken duygulandığı ve “en mutlu yıllarımdı” dediği de işte tam o günlerdir. Savur’un gördüğü ilk doktorluktan, Türkiye’nin gördüğü ilk bilim Nobel’ini kazanmaya uzanan öykünün henüz başındadır.

“Savur’a döndükten 6 ay sonra, evimdeki bir odayı serbest bir kliniğe çevirdim. Çoğu hastamın görmüş olduğu ilk doktordum. Maaşımın büyük kısmını hastalarıma ilaç almak için ve köyde durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarına oyuncak almak için harcadım. Basit tıbbi yöntemlerle, birçok çocuğun hayatını kurtardığıma inanıyorum. Yazdığım reçeteleri muska gibi sakladılar. Geriye baktığımda tıp adına 18 ayda hayatımın en mutlu zamanlarını geçirdiğimi hatırlıyorum.”

İlk Başarısızlık

İlk Başarısızlık

İçindeki sönmeyen meraklar, cevap aradığı sorular onu yavaş yavaş bilimsel araştırmalara davet etmektedir. Hastalarını muayene ederken karşısına çıkanlar bir tedaviyi gerçekleştirmenin ötesine geçiyor, tıbbın başka bir boyutu ilgisini cezbediyordu. Örneğin; stroptosinin, tüberkiloz bakterilerini yok emesine karşın penisilinin neden yok etmediğini anlamak istiyordur. Bir yandan Savur’a şifa olurken diğer yandan da içindeki bilimsel merakları gidermesine ve ilerlemesine imkân verecek yurt dışı bursları aramaya başlar.  Çok geçmeden NATO-TÜBİTAK bursu ile önce Johns Hopkins Üniversitesi, ardından Dallas Teksas Üniversitesi’ne gider. Dallas’ta üniversitenin moleküler biyoloji programına ve Caude Rupert’ın laboratuvarına katılır.

“1971’de Nato’da bir burs kazandım, doktora araştırmamı sürdürebilmek için bağlı bir üye ülkeden Amerika Birleşik Devletlerini seçtim çünkü araştırma bilimlerinde lider bir ülke idi. Johns Hopkins Üniversitesinin, kimyasal biyoloji yüksek lisans programına kabul edildim ve 1971 yılında girdim. Orada karşılaşacağım problemlere tamamen hazırlıksızdım.”

Her insan gibi Sancar’da dikensiz yollardan geçerek başarıya ulaşmadı. Amerika’ya ilk gidişinde ciddi bir uyum sorunu yaşamıştır. Bilimsel olarak kendine çok güvense de artık yeni bir ortamdadır ve bu yeni ortamın yeni ihtiyaçlarına uyum göstermesi gerekiyordur. Onun milliyetçi kişiliği ve o güne kadar ki başarıları aşırıya giden bir özgüven sergiliyor ve sonuç olarak da yalnız kalıyordur. Peşine bir de dil sorunları eklenince Sancar tekrar Savur’a dönmek zorunda kalır.

Tıp okulunun son yılında İngilizce dersleri almama rağmen, profesörlerim ve öğrenci arkadaşlarım ile iletişim kuramıyordum. Ayrıca milliyetçi büyütülmem ve daha önceki akademik başarılarım yüzünden, kendime aşırı güveniyordum ve kendimden emindim. İnsanlar ise benden sakınıyorlardı. Yalnız kalmıştım. Sonuç olarak, 1972 Temmuzunda Johns Hopkins’den ayrıldım, kafamı toparlamak için Savur’a döndüm.

Sancar bu başarısız sonuçlanan Amerika deneyiminin ardından bir süre çalışmalarına ara verir. Kendiyle yaptığı iç muhasebeyi kazanarak bu kez daha olgun ve dilini geliştirmiş bir şekilde tekrar yurtdışına gitmeye hazırlanır. Dallas’daki Dr. Cloud S. Rupert Teksas Üniversitesi yeni durağıdır.
Orada, 1973 yılında UTD’nin Biyoloji bölümüne kabul edilir ve Dr. Rupert’in laboratuarına katıldı.

 

DNA Araştırmaları Başlıyor

DNA Araştırmaları

Sancar’ın Nobel’e uzanan bilimsel çalışmaları da işte bu dönemde başladı. Dr. Rupert, düzenleyici enzimleri keşfeden bilim adamıdır ve bu keşfi, DNA yenilenmesi anlamında bir başlangıçtır. Ecoli bakterisi, ultraviyole ışına maruz kaldığında, organizmayı öldürüyordur fakat görünür ışığa sürekli maruz kalındığında öldürme süreci geriye döndürüyordur. Buna fotoliyazı tekrar aktive etme deniyor ve düzenleyici enzimler tarafından yapılıyordu. Sancar, Dr.Rupert’in laboratuarına katıldığında “Enzim nasıl ışığı emer?” sorusuna yanıt arar. Bu soruya cevap vermek için enzimleri fazla sayıda ve yüksek saf kalitede elde etmek önemliydi ama kimse bu zamana kadar yeterli sayıda enzim saflaştırmamıştır.

“Rupert’in laboratuarına katıldığımda, Stanford Üniversitesinde moleküler klonlanma keşfedilmişti. Düzenleyici gen üretme sorunundaki potansiyeli hemen görmüştüm. E.coli düzenleyici genini klonlayarak, enzimi yükseltecek sonrasında saflaştıracak ve renkli odağını ve çalışma mekanizmasını çözümleyecektim.”

 

Bilimin Sessiz Prensi

Bilimin Sessiz Prensi

Doktora eğitiminin birinci yılında Sancar o dönemde yeni geliştirilen bir yöntemi kendi yaratıcı deney yöntemleriyle harmanlayarak çok önemli bulgular elde eder. Sancar muhteşem çalışmalara imza atıyor olsa da onun ön planda olmayı sevmeyen kişiliği tanınmasını engellemiştir. Ancak yaptığı çalışmalar onun isminin önüne geçerek gün gelir artık kendisini de ön plana doğru taşır. Bu süreçte yaptığı çalışmalar bilim çevrelerince tanınmasını sağlarken çalıştığı üniversiteye de büyük katkılar sunar. Örneğin, onun araştırmaları üniversitesini Stanford’dan sonra gen klonlamayı başaran ikinci üniversite yapar.

“Bu deneyle gerçek bir bilim adamı olduğumu kanıtladığıma inanıyorum… Çünkü bu deney birden fazla disiplinden görünürde birbiriyle ilişkisi olmayan farklı olayları bir araya getirip varsayım ve yeni bir düşünce tarzı oluşturabilme yeteneğine ve teknik beceriye sahip olduğumu gösteriyordu. Ayrıca aksilikler karşısında inancımı yitirmeden yola devam etme azmim başarılarımda büyük rol oynadı… Bu sayede Dr. Rupert benim iyi bir öğrenci olduğuma ikna oldu ve bana kendi araştırma hedeflerimin peşinden koşma özgürlüğü verdi.”

Bu çalışma bilim dünyasında çok fazla yankı yapmaz ama kazandığı özgürlük ve güven Sancar’ın öncü bir araştırmacı olmasını mümkün kılar. Araştırma ve keşfe o kadar dalmıştır ki doktora eğitimini tamamlayıp mezun olmayı dahi umursamaz. Ona, elinde yeterince çalışma biriktiğini, bunları bir teze dönüştürerek doktora eğitimini tamamlamasını hocası hatırlatıyor. Tam araştırmalara ara verip tez yazmaya odaklanacakken araya bir de 4 ay askerlik giriyor. Herkes askerliği erteletmek için lisansüstü eğitime başlar, Sancar o yoğun dönemin ortasında 1976’da Türkiye’ye askerliğe geliyor. Döndüğünde araştırmalarına devam ederek ses getirecek buluşlar yapıyor. Ancak, bunları yayınlamaya çalışmakla meşgul olmayıp tezine öncelik veriyor ve 1977’de Dallas Üniversitesi – Teksas’tan doktora derecesi alarak mezun oluyor.

Ve Nobel

Aziz Sancar Nobel

Sancar’ın çalışmasının odak noktası DNA’nın yapıtaşı olan nükleotidler. Morötesi ışınlar nükleotid adı verilen bu yapıtaşlarında hasara neden oluyor. Sancar’ın gözlemiyle ortaya çıkarılan süreçte enzimler hasarlı bölgeyi tespit ediyor, izole edip çıkarıyor. Daha sonra çıkarılan yeri dolduruyor ve hasarı tamir ediyor. Bu işlemde hücre üç enzimi kullanıyor. İşlemin adı, “Çıkarma Yoluyla Nükleotid Tamiri”…

Çıkarma Yoluyla Nükleotid Tamiri, Aziz Sancar’a kendi deyişiyle “en büyük memnuniyeti ve nadiren bulduğu sükûneti hissettiren” buluşlarından biri. Aziz Sancar geliştirdiği bir testle, insanlarda DNA’daki hasarlı nükleotidlerin çevresindeki 27 nükleotidin nasıl kesilip atıldığını ve “doğru” nükleotidlerin bu boşluğa nasıl yerleştirildiğini buldu. Bu mekanizmanın 16 gen tarafından sentezlenen 16 protein ile işlediğini keşfetti. Aziz Sancar ekibiyle birlikte insan genomundaki DNA onarım genlerinin bütün bir haritasını yayımladı. Bu, Nobel’in ayak sesleriydi…

Gece Yarısı Nobeli

Gece Yarısı Nobeli

Sancarların evinde gecenin bir yarısı telefon sesi duyulmaya başladı. Saat 5 sularında inatla çalan telefonu Gwen Sancar açtı. Arayan Aziz Sancar ile görüşmek istemekteydi. Gwen “ Burada saatin kaç olduğundan haberiniz var mı?” diye çıkıştı. Tam telefonu kapatacakken her şeyi aydınlatan o cümleyi kurdu arayan kişi: “Stockholm’den arıyorum, Aziz Sancar ile mutlaka görüşmeliyim” Gwen, o an Sancar’ın Nobel’i kazandığını anladı. Sancar telefonu alınca sonuç kesinleşti. Evet, Nobel’e layık görülmüştü…

Aziz Sancar, İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen törende ödülünü, İsveç Kralı 16. Carl Gustaf’ın elinden aldı. Sancar ödülünü almaya, İsveç Akademisi Daimi Sekreteri Prof. Dr. Claes Gustafsson tarafından, “Sayın Sancar, İsveç Akademisi adına sizi kutluyorum ve Majesteleri Kralın elinden Nobel Edebiyat Ödülü’nü almanızı rica ediyorum” sözleriyle çağrıldı. Sancar, her şeyden daha çok memleketi adına büyük bir gurur ve sevinç içindeydi. Nihayet atalarına ve vatanına vefasını göstermişti… Gelecekte Türk çocukları bilim kitaplarında Aziz Sancar’ın yani bir Türk’ün adını görecek ve belki yeni isimleri de onlar ekleyecekti…

 “Memleketim adına sevindim, Mardin adına sevindim. Memleketim için hayırlı uğurlu olsun. İnşallah bundan sonra daha büyük övgüler kazanırlar. Türkiye’de bilime çok büyük katkıda bulunurlar”

 

SANCAR’A DAİR ANEKDOTLAR

 

Türk Evi

Türk Evi

Sancar Amerika’ya geldiğinde çok büyük maddi ve sosyal sıkıntılar yaşamıştı. Bu yüzden onun hayali bir Türk Evi açarak, Amerika’ya okumak için gelen Türk gençlere bir yuva sunmaktı. 2007’de kendisine Vehbi Koç Ödülü verildiğinde aldığı 100 bin dolarlık bir parayı ve sonrasında kazandıklarını da bu evi kurmaya ve geliştirmeye ayırdı. Carolina Türk Evi, şimdi Amerika’da ki Türk öğrenciler için Sancar ailesinin kurduğu sıcak bir yuvaya dönüşmüştür.

Nobel Anıtkabir Ve İstanbul Üniversitesinde

Nobel Anıtkabir Ve İstanbul Üniversitesinde

Aziz Sancar büyük bir vefa göstererek Nobel Ödülü’nün bir replikasını Anıtkabir’e diğer bir replikasını ise mezun olduğu İstanbul Üniversitesi’ne bağışlamıştır. “Vefa borcu namus borcu; benim için önemlidir” diyen Sancar, vefasını bu şekilde göstermiştir.

 

Ceviz Ağacı

Ceviz Ağacı

Aziz Sancar’ın ağabeyi Kenan Sancar, Aziz Sancar’ın yaşamına dar bazı hikâyeler anlatır. Bu hikâyelerde Sancar’ın Savur’da sık sık bahçedeki ceviz ağacına geçirmesinden bahseder. Aziz, 12-13 yaşlarında her gün kahvaltıdan sonra eşeğine kitaplarını yükleyerek bahçeye gitmekte ve tüm günü ceviz ağacının altında kitaplarıyla geçirmektedir. Bir defasında Aziz bahçeden dönmez ve ailesi telaşlanır. Aziz, eşeği bir su birikintisinden atlamakta inat edince, atlaması için saatlerce beklemiş ve eve geç kalmıştır. Ancak eve galip dönmüş ve sonuçta inadı eşeğin inadına baskın gelmiştir. Kenan Sancar başka bir öyküde ise Aziz’in ceviz ağacının altında Savur’un Kaymakamı ve Jandarma Komutanı ile ettiği sohbetini anlatır. Aziz’in çözdüğü kitabı inceleyen Kaymakam, üst sınıfların kitaplarını dahi bitirdiğini görünce oldukça şaşırmış ve soruları kalem oynatmadan kafasından çözmesini hayretle karşılamıştır.

 

Yeteneksiz Eller

Aziz Sancar

Aziz Sancar çok çalışır ancak onu yavaşlatan bazı şeyler vardır. Örneğin el maharetinin yetersizliği… Bu durum bilim yaşamında önüne iki açıdan engeller çıkarır. Birincisi incelik isteyen hassas deneyler. Deneyler konusunda bazen o kadar zorlanır ki bir defasında çalışma arkadaşı Sancar’a “Aziz sen deneysel araştırmalarda fazla yetenekli değilsin. Bildiğim kadarıyla iyi bir doktormuşsun. Niçin ülkene dönüp doktorluk yapmıyorsun?” demiştir. Onu zorlayan İkincisi şey ise deneyler sonucunda ulaştığı sonuçları daktiloda yazmaktır. Bu konuda yardım aldığı bir asistanı sırf daktiloda makaleyi yazdı diye tezde adını geçirmiştir. Aziz Sancar bu konuda kendi öz eleştirisini yapar ancak yeteneği az diye pes etmeyi asla düşünmez. Tüm bunlara inat Nobel’e uzanan çalışmalar yapmayı başarmıştır. Ancak şunu da belirtir: “Eğer daha becerikli olsaydım bu sonuçları daha önce elde edebilirdim.”

 

Allah İle Bir Sırrı Paylaşmak

Aziz Sancar

Sancar DNA’yı onaran ikili kesim mekanizmasını keşfetmiştir. Peki, bu mekanizma insanlarda nasıl çalışıyordu. İşte başta kanser olmak üzere pek çok hastalık için gelecek vadeden bu mekanizmanın nasıl çalıştığını keşfettiği gün hem Sancar hem de dünya için bilimde bir dönüm noktası yaşanır. Sancar bir gün laboratuvarda DNA’nın ikili kesimle nasıl onarım yaptığını gördü. Onu Nobel’e götüren o keşfi artık yapmıştır. Bu muhteşem an aklından geçen sözcükler şunlar olur. “Sadece Allah’ın ve benim bildiğim bir keşif yaptım…”

 

Laboratuvarda Kaçak Yaşam

 

Aziz Sancar yurt dışına Türkiye’den aldığı burs ile gitmiştir. Ancak ilk Amerika deneyiminde başarısız olunca bu kez İngiltere’ye burs verilir. Sancar İngiltere’de ki bilimsel düzeyden memnun kalmaz ve bursu kesilecek olmasına rağmen tekrar Amerika’ya gider. Bu kez bursu olmayan Sancar, Amerika’da bilim yapabilmek için büyük zorluklara göğüs germek zorunda kalır. Öyle ki kalacak bir yeri dahi yoktur. Bu yüzden bir süre laboratuvarda yatıp kalkar. Bir gün okulda hortumla duş alırken fark edilir kaçak yaşamı sona erer. Bir süre Pakistanlı öğrencilerle yaşayan Sancar’ın, bilimsel çalışmalarıyla bir fon buluncaya kadar maddi zorlukları devam etmiştir.

 

Benim Piri Reis Haritam

Aziz Sancar - Piri Reis

Aziz Sancar yaptığı bilimsel çalışmalar sonucunda ortaya koydu sonuçlara çok özel isimler verir. Bunlardan ilki hatalı DNA parçasının ikili kesim onarım mekanizmasıyla atılmasını keşfetmesidir. Bu keşfi sonucunda DNA onarımını gerçekleştiren enzimi arıtarak bu mekanizmayı bir makalesinde açıklar. Bu çalışmasında da “Yunus Emre Destanı” ismini koyar. Ardından 46 kromozomu içeren DNA Onarım Haritası çalışması gelir. Harita kromozomların hangi bölgede hangi onarımı yaptığını gösteriyordur. Bu çalışmasına ise “Benim Piri Reis Haritam” der.

 

 

 

Buna da Göz At

Close
Close