6. Ölüm Yıl Dönümünde Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş
6. SayıKültür - Sanat

Neşet Yoruldu: 6. Ölüm Yıl Dönümünde Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş

“Aşk biterse yorulur insan, ben ne zaman ölürsem Neşet yoruldu desinler.” 

Bugün ayaklar turabı, gönüller hizmetçisi Neşet Ertaş’ın 6. ölüm yıl dönümü. Bedenen aramızdan ayrılışının 6. yılında dergimizin 6. sayısında ele aldığımız Neşet Ertaş’a dair her şeyi sizinle paylaşmak isteriz. İyi ki geçtin bu dünyadan bozkırın tezenesi!

 

Tarih 26 Eylül 2012… Kırşehir’de yakıcı bir güneş… Güneşin alnında hiçbir sıcağın engelleyemeyeceği 30 bin kişi… Dil, din, mezhep fark etmeksizin dört bir yandan gelmiş, Kırşehir’e sığmıştı. Adetâ bir türküyü son yolculuğuna uğurluyordu.

Başbakan da oradaydı, koyunlarına oğluna emanet edip şehre yürüyerek gelen Kamalı çoban da…

Bozkırın tezenesi, yüzünde dünyalık görevini türkü türkü yerine getirmenin haklı gururu ve tebessümü, gidiyordu.

Son durak dediği, “Gönül kapısı”na gidiyordu.

 

Doğduğum Gün, Sazı Göbeğime Koymuşlar

Doğduğum Gün, Sazı Göbeğime Koymuşlar

Zaman 1938… Orta Anadolu’nun bozkırları mekân. Ay dost deyince yeri göğü inleten bir adamın, gönül delisi Muharrem Ertaş’ın oğlu Neşet dünyaya gelmiş.

Bin dokuz yüz otuz sekiz cihana

Kırtıllar köyünde geldin dediler

Babama Muharrem, anama Döne

Dedim sen atayı bildin dediler

 

Köyün saz-bozlak ustası, düğünlerin olmazsa olmazı Muharrem Ertaş’ın dizinde, dibinde; sazın göbeğinde büyümüş Neşet. Sazın telleriyle tanışması çok küçükken olmuş.

“Doğduğum gün sazı göbeğime koymuşlar, babama da “Bir oğlun oldu, bir saz çal.” demişler. Yani dünyaya geldiğim günden itibaren babamın sazı kulağımdan kalbime girmiştir.”

Saz ustası bir babanın yanında sazı hemen ele almak öyle kolay değil tabii… 11 yaşına kadar köçeklik yapmış, sonrasında da keman çalmış. Saza da gizli gizli dokunmuş, ne zaman babasının eve gelmeyeceğini bilse o büyük sazın yetişebildiği yere kadar teline vurur, sesini dinlermiş, kimse bilmezmiş saz çaldığını. Düğünler, köy köy, kahve kahve gezmeler derken beş yaşından itibaren gece-gündüz süren bir sanat arkadaşlığına başlamışlar. İşte Neşet Ertaş, bir ömür sürecek –kendi deyimiyle- “gönül hızmatı”na Muharrem Ertaş’ın dizinin dibinde böylece başlamış. Yıllar sonra, tüm yurda mâl olmuş bir halk ozanı olarak babasını anlatırken “Çaldığım havaların yüzde doksanında babamın duyguları etkileri vardır.” diyeceğini o zamanlar bilemezmiş.

Dizinde sızıydı anamın derdi

Tokacı saz yaptı elime verdi

Yeni bitirmiştim üç ile dördü

Baban gibi sazcı oldun dediler

Üç Hayat, Bir Neşet Ertaş

Neşet Ertaş

Onun gurbet-hasret ve hikmetle dolu hayatında üç farklı dönem var.

İlki 1950’li yılların sonlarına kadar süren çocukluk ve ilk gençlik yılları dönemi. Daha anne karnında başlayan saz yolculuğunun ilk adımlarının atıldığı günler. Kırşehir ve çevre köylerindeki düğünlerde çaldığı bu dönem, onun sanatçı kimliğinin temellerinin de atıldığı dönem. Bazen bir paket çay, bazen bir çuval buğday, un karşılığında çalarak zor şartlarda aldığı eğitim… Neşet Ertaş’ı Neşet Ertaş yapan, bu çetin süreçte edindiği ritim duygusu. Onun ritmi, bozkırın sıcağının, kurağının “âh”ını tutan bir ritim.

Hayatının ikinci dönemi ise onu doğurup, doyurup, besleyip, büyüten Kırşehir’den ayrıldığı, gurbetle tanıştığı dönem. 1960’tan 1976’ya uzanan bir büyükşehir hikâyesi… Elinde küçük sazı, cebinde yalnız 2,5 lira yol parası; ver elini büyükşehir, Neşet Ertaş sana geliyor! Bu dönem, Neşet Ertaş’ın adını duyurmasında oldukça önemli bir süreç. Bozkırın küçük köy düğünlerinden, büyükşehrin süslü, parlak ışıkları altına geçiş ve hayatında yepyeni bir dönem… Türkiye, Neşet Ertaş’la tanışıyor. Onun köylü Kırşehir ağzı, bir anda herkesin diline, gönlüne yayılıyor. Tabii 74 senelik ömründe 7’den 70’e herkesin gönlünü kazanıp sonsuza dek yaşayacağını o zamanlar kimse bilmiyor…

Hayatının üçüncü ve son dönemi ise 1976 yılından sonra geçirdiği felçten sonra başlıyor. Tedavi amacıyla gittiği Almanya’dan, ailesi, çocuklarının eğitimi vb. sebeplerle bir türlü geri dönemeyen ozan; asıl gurbetle burada tanışıyor.

Bütün eserlerinde mahlas olarak kullandığı “garip” de zaten bu anlama gelmiyor mu? Garip; yani gurbete düşmüş…

Bir yiğit gurbete gitse

Gör başına neler gelir

Garip sılayı andıkça

Yaş gözüne dolar gelir

Her Okuyuşta Yeniden Hissediş, Yeni Bir Yorum

Neşet Ertaş

Neşet Ertaş, bir türküyü her okuduğunda farklı bir tarzda, yeniden yorumlardı. Bir türkü onun elinde, dilinde her okunuşta âdeta yeniden yorumlanırdı. Dünyaca ünlü müzisyen bu durumu şöyle özetler:

“Halk musikisinin devamlı değişen bu teganni tarzı, büyük sahne sanatkârlarının teganni tarzına benzer: Ezberlenmiş yeknesanlık yerine değişen ve zengin vasıflar isteriz.”

Bu durum, müziği teknik kısmından ziyade hissi kısmıyla icra eden âşıklarda, halk ozanlarında sıkça görülür. Onlar bilgilerle, ezberlenmiş teorilerle değil; hisleriyle söylerler türkülerini. Her seferinde değişmesi, yeniden yorumlanması bundandır. Neşet Ertaş da bu farklılığı her türküsünde yaşatır. Her türlü, onun parmak uçlarında, dilinde, gönlünde yeniden yazılır, yeniden okunur. Onun saz tellerine değen parmağı, yüreğine bağlıdır. Neşet Ertaş, başlı başına yeni bir müzik terimi, türüdür.

“Ben teknik bilmem, nota bilmem; içimden nasıl geliyorsa parmağım öyle basıyor. Çünkü parmağım yüreğime bağlı, içimden ne geliyorsa onu çalıyorum. Ben de bilmiyorum.”

 

Ayaklar Turabı, ‘Gôñül’ler Hizmatçısı

Ayaklar Turabı

Neşet Ertaş, sanat hayatı boyunca Türkiye’yi 4-5 defa konserlerle gezdi. Sahneye her çıktığında da dilince o cümle vardı: “Ayaklarınızın türabı (toprak); gönüllerinizin hizmetçisiyim.” Gönüller onarmaya, gönüllere hizmet etmeye geldiğine inanıp böyle yaşadı, attığı hiçbir adımda bunu unutmadı. İnsan gönlünün, Allah’ın evi olduğuna inandı.

Türkülerinde sıkça “gôñül” kelimesini geçirdi. Orta Anadolu Türkçesiyle telaffuz etti gönül kelimesini, “ö”sü o’ya yakın, n’si genizden: “gönül”. Gönül’ü her seferinde öyle içten öyle derin söyler ki “gönül” kelimesi lügatte yerini onunla âdeta yeniden buldu.

Gönül bilmeyenler çoktur

Bilmeyen de gönül yoktur

Bilmiş ol ki gönül haktır

Sakin ol ha kırma gardaş

 

Bir gazeteye verdiği röportajlardan birinde artık Türkiye’de biletli konser vermeyeceğini açıkladı. Gerekçesi de şuydu:

“Türkiye beni kırk yıl besledi, Türkiye’de yıllardır bizi dinleyen o fakir halkımız, diyelim bir türkü efkârına gidiyor, parasını o kasete yatırıyor. Belki çoluğuna çocuğuna ekmek götürecektir; ekmek parasını veriyor, o kaseti alıp gidiyor. Bunca yıl beni onlar besledi, şimdi Allah’a şükür, bizim onlata yardım etmemizin zamanı geldi. Paralı konserleri benim gönlüm kabul etmiyor. Paralı konser vermek istemiyorum. Onların paralarını almak istemiyorum.”

Bozkırın Tezenesi’ne Selam Olsun

Bozkırın Tezenesi’ne Selam Olsun

Değerli yazarımız Yaşar Kemal, İnce Memed isimli romanını Neşet Ertaş’a imzalarken sayfaya “Bozkırın Tezenesi’ne Selam Olsun” yazar. O günden sonra Neşet Ertaş’ın adı “Bozkırın Tezenesi” olarak kalır. Bozkır; yani Neşet Ertaş’ın doğup büyüdüğü İç Anadolu köyleri… Tezene; yani saz çalarken tellere vurulan plastik mızrabın diğer adı. Bozkırın tezenesi; yani bozkırın yükselen sesi; yani Neşet Ertaş!

Yaşar Kemal, artık Neşet Ertaş’la bütünleşen bu yakıştırması için sonradan şöyle söyler:

“Neşet Ertaş’a “Bozkırın Tezenesi” demiştim. Sonuna kadar bu ismi hakkıyla taşıdı. Babası büyük bir ustaydı ve benim büyük bir dostumdu. Gençliğinde ona hep babasını geçemeyeceğini söylemiştim ama babasını geçti. Ölümüne çok üzülüyorum. Bozkırda böyle büyük bir sanatçı yetişir mi bilemiyorum.”

Bozkırın tezenesi 26 Eylül 2012’de “Ne zaman çağırırsa o zaman giderim. Hazırım. O çağırınca bekletmek olmaz.” Dediği, şahdamarından daha yakınında olduğunu hissettiğini sürekli söylediği “yâreden”ine kavuştu. Neşet Ertaş 5 yaşındayken çıktıkları sanat yolculuğu gibi, sonsuza kadar bu yolculukta kalmaları için babası Muharrem Ertaş’ın yanına gömüldü. Bozkırın Tezenesi somut olarak bundan 6 yıl önce susmuş olsa da sesi, sonsuza kadar bozkırlardan gökyüzünde yankılanacak.

 

Neşet Ertaş’a Dair Önemli Bilgiler

Neşet Ertaş

2010 yılında Unesco Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi kapsamında yapılan ulusal enverterlerden “Yaşayan İnsan Hazineleri Türkiye Ulusal Envanteri”ne alınarak yaşayan insan hazinesi olarak kabul edildi.

2006 yılında TBMM tarafından Üstün Hizmet Ödülü verildi.

25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından fahri doktora ödülüne layık görüldü, bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuarlarda ders olarak okutuldu.

Hayatını ele alan “Bozkırın Tezenesi” isimli 4 bölümlük bir belgesel çekilmiştir.

 

Gôñül’den Hikâyeler

 

Sen Türkü Çığırınca…

Sen Türkü Çığırınca

Neşet Ertaş’ın radyoda isminin yayıldığı günler. Ankara Radyoevi’nde bant kaydı yayın yapıyor. Kayıt yapmak üzere stüdyoya geldiği günlerden birinde, karşısına sırtında heybeyle sakallı bir adam çıkıyor. Neşet Ertaş şaşkın. Adam, Neşet Ertaş’ı görür görmez ağlamaya başlıyor.

“Sabahtan beri seni bekliyorum yavrum. Namaz kılarken sesini duydum, ağladım; evdekilere çörek yaptırdım, seni görmeye geldim.”

Sırtındaki heybeyi indiriyor, içi çörek dolu…

Neşet Ertaş, teşekkür ediyor, elini öpüyor. Adam ekliyor:

“Sen türkü çığırınca işe erken gidiyorum, yoksa gecikiyorum.”

 

Sen Çalmaya Devam Et…

Sen Çalmaya Devam Et

Neşet Ertaş’ın ilk defa gurbetle tanıştığı yani Kırşehir’den çıktığı zaman… Geçim derdiyle Ankara’ya yol alıyor, oradan İstanbul’a gelecek. Cebinde 2,5 lira yol parası. Yanında küçücük bir saz. Ankara’ya geliyor ancak İstanbul’a geçecek yol parası yok. Terminalde bir görevliye denk geliyor, parasının olmadığını ama İstanbul’a gitmesi gerektiğini söylüyor. Adam bir Neşet Ertaş’a bakıyor, bir saza; bir Ertaş’a, bir saza… Adam, “Sen bir saz çal bana, gerisi kolay.” Diyor. Neşet Ertaş da başlıyor çalmaya… O çalıyor, çığırtkan terminalde bağırırken görev arasında ona gelip” Sen çalmaya devam et.” Deyip görevine geri dönüyor.

Neşet Ertaş, o gün o terminalde geceye kadar saz çalıyor. Ve bunun karşılığı olarak da gece bir otobüsün arka koltuğunda İstanbul’a gidebiliyor.

Bizler Garibiz Oğlum…

Bizler Garibiz Oğlum

Neşet Ertaş, daha küçük yaşlardan beri bazı türküler üretir, kendi kendine söylermiş. Yine bir gün böyle söylerken babası Muharrem Ertaş demiş ki: “Oğlum, sen bir şeyler yapıyorsun, kendin türküler söylüyorsun ama sonunda bir şeyler demiyorsun.”

Neşet Ertaş da babasına, “Sonuna bir şey ekleyeyim mi?” diye sormuş. Bunun üzerine bozlak ustası Muharrem Ertaş: “Bizler garibiz oğlum, bize garipler derler, gönül de gariptir.” Bundan sonra Neşet Ertaş, her türküsünün sonuna ekleyivermiş: “Garip”

Dediler Ki Melo’n Öldü!

Dediler Ki Melo’n Öldü!

Melo, onun ilk aşkıydı. Uğruna ne bozlaklar havalandırmış, çocukluğun verdiği heyecanla saza onun için dokunmuştu.

“Evcilik oynadığım kıza âşık oldum. Bir gün, ailesi geldi. Büyükler konuşurken biz oynuyoruz. Derken, oradan dışarı çıktık. Çıktık ya; tam güneşe karşı çıkmışız. Birbirimize baktık, bakakaldık birbirimize; bu tılsımı bozamıyorduk bir türlü.”

Sonrasında Neşet Ertaş, bu ilk aşkı Melo’nun hiç evlenmeden gencecik yaşta öldüğünü öğrenince tıpkı o günlerdeki gibi yine sazı eline almış ve söylemiş şimdi hepimizin bildiği o türküyü:

 

“Bugün bana bir hal oldu

Yardan kara haber geldi

Bu haber bağrımı deldi

Dediler ki Melo’n öldü

Vay dünya vay…”

 

Kontro Numarası

Kontro Numarası

Neşet Ertaş; konserleriyle, albüm satışlarıyla, telifleriyle birçok kişinin kirasını, ihtiyaçlarını, hastane giderlerini, faturalarını öderdi. Sayısını çoğu zaman kendi de bilmezdi. Bu insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzerine banka hesaplarına kendi deyimiyle “haklarını” yatırırdı. Kendisi hesap numarasına “kontro numarası” derdi. Sonra da “Üzerimden bir yük kalktı, hafifledim.” diye eklerdi.

 

Buna da Göz At

Close
Close