Kahve Nasıl Bulundu? - Geçmişten Günümüze Kahvenin Tarihi
Kültür - Sanat

Kahve Nasıl Bulundu? – Geçmişten Günümüze Kahvenin Tarihi

“Kahvenin keşfi, bir bakıma teleskobun veya mikroskobun icadı kadar önemliydi. Çünkü kahve, insan beyninin kapasitesini ve faaliyetlerini beklenmedik bir şekilde artırmış ve değiştirmiştir.”

Heinrich Eduard Jacob

∞ KAFEİN ÖNCESİ ÇAĞ

Bilimsel araştırmalar bazı yiyeceklerin hiç akla gelmeyecek şekilde tarihi etkilemiş olduğunu söyler. Günümüzde sudan sonra en çok tüketilen içeceklerden biri olan kahve ise tarihi etkileyen o yiyeceklerin başlarında gelir. İçecek yerine “yiyecek” kelimesini kullanmamız ise bir hata ya da yanılma değil. Şaşıracaksınız ama kahve; ilk zamanlarında içilmiyor, yeniliyordu. Hatta şaşkınlığınızı biraz daha artıracak bir bilgi daha verecek olursak, kahvenin hayatımıza girişinde köle ticaretinin etkisi olduğunu dahi söyleyebiliriz. Kafe Krallığı’nda yaşayan Bongalar, tarihin en önemli köle tüccarlarındandı. Harar’daki Arap pazarına her yıl 7 bin köle gönderiyorlardı. Bu kölelerin çoğuysa hiç şüphesiz savaşta esir düşen Oromolar idi. Oromolar ismine dikkat edin çünkü onlar, kahveyi Harar’a getirerek dünyaya açılmasını sağlayan ilk kahvesever topluluktan başkası değil. Oromolar, kahveyi içmiyor; meyvelerini ezip yağ ile karıştırıyor ve golf topu haline getirip yiyorlardı. Onların esir düşmeleri, tarihte yeni bir çağ başlatacak ve yedikleri bu golf topları gelişerek bugünkü kahve halini alacaktı. Öyle ki Etiyopyalı Korucular, bugün eski köle yolunu gölgeleyen ağaçların, kölelerin zamanında sağa sola attıkları kahve çekirdekleri sonucu oluştuğunu söyler.

 

6.YY-8.YY KEÇİ EFSANESİ


Kahvenin bulunuşuna dair net bir tarih kimse tarafından söylenememekle beraber bulunuş hikâyesiyle ilgili birçok farklı rivayet vardır. Bu rivayetlerden en ünlüsü ise meşhur keçi hikâyesidir. Derler ki Kaldi isimli Etiyopyalı keçi çobanı, bir gün en iyi keçisinin dans ettiğini ve deli gibi melediğini fark etti. Bu enerjisinin yediği bazı meyvelere bağlı olduğunda karar kıldı ve onun yediği meyveleri kendi de yedi. Neden sonra kendisi de deli gibi dans etmeye başladı. Sonrasında bir rahip bunu fark etti ve meyvelerin uykuyu açtığını görünce bunu vaazları boyunca uyuyan dervişlerin yemesini sağladı. Dervişler, uykuları gelince bu kırmızı renkli “sihirli” meyveleri yiyordu ve uyanık kalıyorlardı. Dervişlerin sabahlara kadar uyanık kalmasıyla ilgili bu rivayet tüm dünyaya işte bu şekilde yayıldı.
Kahve meyvelerinin bulunmasıyla ilgili bu ve benzeri birçok rivayet olsa elimizdeki en gerçek bilgi, bu yıllarda kahvenin içilmesinden ziyade Etiyopyalıların çekirdekleri yiyor oluşu.

 

13.YY PİRİMİZ ŞÂZELİ

Kahvenin içilerek tüketildiği zamanlarsa günümüzden çok uzakta değil. İçilen ilk kahve, kahvenin yaprakları kaynatılarak yapıldı. Bu kahvenin yapımı ise oldukça basitti: Kurutulmuş yapraklar koyulaşana ve katrana benzeyene dek düz bir tavada kavrulurdu. Daha sonra yapraklar ufalanır; su, şeker ve bir tutam tuzla kısık ateşte on dakika kadar demlenirdi. Ortaya çıkan içeceğe ise “kati” ismi verildi.
Kâtip Çelebi’nin rivayetine göre ise Şeyh Şazeli, 1258’de hacca giderken yolda müridi Şeyh Ahmed ile sohbete daldıkları sırada kendisine kahve çekirdekleri verildi. Şazeli, bu çekirdekleri kaynatarak içti. Çöldeki ilk kahve, işte böyle içildi. Birçok kahveci esnafı tarafından Şeyh Şazeli “pir” kabul edildi. Öyle ki o dönemler birçok kahvede;

“Her sabah besmeleyle açılır dükkânımız

Hazret-i Şâzelî’dir pîrimiz üstâdımız”

dizeleri bulunurdu. Tekkelerde kahve hazırlayan dervişler, cezveyi ocağa koyarken Şâzeliyye pîrine teveccühte bulunurdu.

 

15.YY-16.YY OSMANLI SARAYLARINDA KAHVE KOKUSU


Bu buluşların ardından kahve, zamanla tüm dünyaya yayılmaya başladı. 15. yüzyılın başlarında Mekke ve Medine’de biliniyor, hızla İslam dünyasına yayılıyordu. 16. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise Yemen’in Muha limanından Mısır’a kadar yayılmış, Mısırlılar kısa sürede kahve tutkunu olmuşlardı. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi ardından Osmanlı İmparatorluğu kahveyle buluşmuştu. Ancak Eminönü’ne gelen kahve, yalnızca zenginlerin tükettiği bir içecekti. Bu dönemde kahvehaneler türemeye başladı. İstanbul’da açılan kahvehanelerle birlikte Osmanlı’da da kahve kültürü yaygınlaştı. Osmanlı’da kahve; farklı bir şekilde yapılıyordu. Öğütülmüş kahve, su ve şekerle peş peşe üç kere kaynatılıyor ve küçük bir fincana dökülerek servis ediliyordu. Yanında su ikramı da ihmal edilmiyordu. Mis kokulu bu içecek öyle sevilmişti ki kısa sürede herkesin gözdesi olmuştu. Saraylarda ‘kahveci başı’ rütbeli bir çalışan vardı ve padişahın kahvesini pişirmekle görevli olan kahveci başı, sır tutmasını bilen bilge kişiler arasından seçiliyordu. Bir süre sonra gelen fetvalar her şeyi değiştirdi çünkü kahve, zihni uyuşturan tehlikeli bir içecek olarak görülmüş ve yasaklanmıştı.

 

16.YY-17.YY VİYANA KAHVE KUŞATMASI VE KAHVE YASAKLARI


Mekke, Prusya ve daha birçok ülke ardından Osmanlı’da da kahve yasaklandı. Kahvenin yasaklanışındaki tek neden içeriğinin tehlikeli görülmesi yönünde verilen fetvalar değildi. O dönem hızla artan kahvehaneler; dedikoduların yapıldığı, oyunların oynandığı ve insanların kahveyle kendilerinden geçtiği fitne ve fesat yuvaları olarak görüldü. Bu durum üzerine ilk yasak Kanuni Sultan Süleyman devrinde geldi. Sonrasında sırasıyla Sultan 3.Murad, Sultan Ahmet ve 4. Murad zamanlarında yasaklandı. Ancak halk kahveyi öyle seviyordu ve tadı öyle damaklarında kalmıştı ki tüm bu yasaklar çok uzun sürmeden sona erdi. Halkın kahveye gösterdiği rağbet, alınan vergiler sayesinde devlet hazinesine katkı dahi sağlıyordu. Tüm yasaklara rağmen kahvenin özel işlenmiş fincanlar, çeşitli tatlılar ile sunulduğu ilk ve tek millet Osmanlı’ydı.

Viyana’nın kahve ile tanışması ise Osmanlı İmparatorluğu sayesinde oldu. Yine derler ki, Osmanlı ordusu 2. Viyana kuşatmasında yanında çuval çuval kahve getirdi. Kuşatmayı geri çektiklerinde ise çuvalları cephede unuttular ve Avusturyalılar bu çuvalları yaktı. Çuvallar yandıkça etrafa hoş bir koku yayıldı ve böylece kahveyle tanıştılar. Velhasıl Viyana’yı önce Osmanlı sonra da kahve kuşattı.

 

19. – 20. YY ASKERİ AÇIDAN İÇİLEBİLİR İLK TOZ KAHVE


Kahve, esrarengiz rayihasıyla tüm dünyayı bir bir etkisi altına almaya devam ediyordu. Ancak kahvenin zihne canlılık katıp katmadığı birçok farklı görüş ablukası altında kalan bir meçhuldü. Amerika’daki iç savaş, kahve hakkında yeni bir bilgi doğurdu: Kahve, askerlerin fiziksel performansını artırıyordu. Öyle ki iç savaş döneminde, askerlerin yemeğinden kesilip kahveye yatırım yapılıyordu. Ordu, 19.yüzyılın başlarında “askeri açıdan içilebilir” bir kahve geliştirmeye başladı. Ancak bu kahvenin şu üç özelliği taşıması gerekiyordu: Hafif, uzun ömürlü ve içimi kolay; paketlemeye gerek bırakmayacak kadar katı ve yalnızca soğuk suyla karıştırarak hazırlanabilir. Öyle ki, bir asker kendi tükürüğüyle dahi bu kahveyi demleyebiliyordu. Tükürükle ağızda eritilerek tüketilen her on beş gram kahve, kişiye yarım litre kahve kadar zindelik katıyordu. Evet, bahsettiğimiz dünyanın ilk hazır kahvesinden başka bir şey değildi. 2.Dünya Savaşı’nda sonra kahve çiğneme alışkanlığı, yerini hazır kahvelere bırakmaya başladı. Daha sonra 20. yüzyıla doğru bu hazır kahve daha da geliştirildi ve seri üretime bağlandı. 1958’e gelindiğinde Amerika’da tüketilen kahvenin üçte biri hazır kahveydi.

 

20.YY -21. YY ESPRESSO

20. yüzyılın sonlarına doğru kahve kültürü iyice oturmuştu ve hazır kahve markaları türemeye başlamıştı. Böylelikle daha sonra 3 aşamaya bölünecek kahve akımının ilk aşaması tamamlanmıştı. 2. Dalga kahve akımı ise, 1970’lerde başladı. Bu dönemde devreye koyu kavrulmuş ve incecik çekilmiş espresso çıktı. Kahve, artık türüne, çekirdeğine, ülkesine göre seçilebiliyordu. Farklı ahve makineleri üretiliyor ve farklı türlerde kahveler yapılıyordu. M.S. 600’lü yıllarda simyacıların kahveye süt eklemenin cüzzama sebebiyet verebileceği görüşüne rağmen süt ve espressonun birleşiminden Espresso, Latte, Frappuccino gibi çeşitli kahveler üretiliyordu… Yalnızca kahve yapan kafeler, bu zamanda açılmaya ve yayılmaya başlamıştı. 1971 yılında Starbucks’ın kurulması 2.dalga kahvenin başlangıcı sayıldı. 2. dalga ile birlikte kahve, günlük hayatın bir parçası haline geldi. Teşekkürler 2.dalga!

 

GÜNÜMÜZ KAHVE; KENDİLİĞİNDEN BİR DİL!

Kahve; günümüzde en çok sırasıyla Brezilya, Kolombiya, Endonezya ülkelerinde üretiliyor. Kahvenin 3. dalga akımını yaşadığımız bu günlerde kahve, karakteristik özellikler taşıyor ve bir sanat olarak dahi uygulanabiliyor. Bu nitelikli kahve akımı, farklı demleme ve öğütme türlerini içerisinde barındırıyor. Taşınabilir kahve makineleri sayesinde istenilen kahveye, dilenilen yerde ulaşılabiliyor, süt ve kahvenin eşsiz buluşması; köpük üzerinde Van Gogh tablosu dahi oluşturabiliyor. Kahve artık yalnızca bir zanaat ürünü değil; “coffee art” isimli sanat türüyle adeta bir sanat niteliği taşıyor. Üretici kahveyi üretiyor, çiftçi hasat ediyor, ithalatçı satın alıyor, barista hazır ediyor ve 3. dalga bu akım tüm bu süreçlere değer veriyor. Hangi demleme yönteminin hangi kahveye daha çok yakıştığını dahi içine alan bu akımla, zihin de mide de göz de gönül de kahveye doyuyor, kahveyi benimsiyor ve kahve bir yaşam biçimi haline geliyor. Artık kahve; dosta 40 yıllık bir hatır, kitaplara yaren, yağmura katık sayılıyor. Her derdin üstesinden gelinebileceğini bize hatırlatan kokusuyla kahve; evimizde, arabamızda, ofisimizde; her yerde elimizde… Jackie Chan’in de dediği gibi kahve artık, kendiliğinden bir dil.

Buna da Göz At

Close
Close