4. SayıKültür - Sanat
Onun Gözleri, Sazının Tellerindeydi: Âşık Veysel Şatıroğlu’nun 46. Ölüm Yıldönümü Anısına

“Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben aç mıyım”
Biz ondan öğrendik, aynı vardan var olduğumuzu, ondan öğrendik hor görmemeyi.
Kara toprağın azizliğini, uzun ince bir yolda gündüz gece yürümeyi ondan öğrendik… Görmeyen iki gözüyle, kimselerin göremediğini görerek bize o gösterdi, görmenin sadece gözle olmadığını. Ondan öğrendik, türkünün değerini, aşkın vefasını, gönül olmasa on para etmeyecek güzellikleri…
Hani “Ben giderim adım kalır, dostlar beni hatırlasın…” diyor ya şiirinde, geriye adından çok daha fazlası kaldı belki ama dizesindeki ricasını emir bilip onu, hepimizin hayatına dokunmuş Âşık Veysel’i hatırlayalım mı dostlar?
Uzun-İnce Bir Yol’a İlk Adım
“Üç yüz-onda gelmiş idim cihana” diye başlıyor Âşık Veysel Şatıroğlu, kendi hayatını anlatmaya… Bu tarih, günümüz takvimine göre 1894’e tekabül ediyor. Sivas’a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyü’nde sıcak bir yaz günü… Anası Gülizar, Veysel’e hamile; köy yakınlarındaki meraya koyun sağmaya gitmiş. Olacak iş ya; yol üstünde, apar topar oracıkta gelmiş Veysel bebek dünyaya. Köy kadını, taşı sıksa suyunu çıkarır; eliyle kesmiş Veysel’in göbeğini. Anadolu kadını, Gülizar Ana… Ne müşahede, ne muayene, ne dinlenme… Bebesini bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş. Mücadeleler, zorluklar içinde geçecek Veysel’in uzun ince yolculuğu böylece başlamış. Yıllar sonra Veysel, sanki o anı anlatır gibi “Dünyaya geldiğim anda, yürüdüm aynı zamanda…” diyeceğini nereden bilebilirmiş?
O doğurdu beni Sivas ilinde
Sivralan Köyünde tarla yolunda
Azığı sırtında orak elinde
Taşlı tarlalarda avuttu Anam
Babası Ahmet Bey; adına Veysel deyivermiş oğlunun. Veysel büyümüş, yedi yaşına girmiş. Kader ya, o yıl bir çiçek hastalığı salgını olmuş Sivas’ta. Bizim Veysel’i de yakalayıvermiş bu hastalık. Ona sorarsak sol gözünde çiçeğin beyi çıkmış. Gözünü almış götürmüş çiçek beyi.
“Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı.”
“Yeşili De Elleriyle Bulur Da Severdi…”
Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğinde tek bir renk kalmış; kırmızı! Veysel düşerken eli sıyrılmış ve haliyle kanamış. Bu yüzden hatırladığı tek görüntü; gördüğü son şey olan kırmızı… Annesi Gülizar Ana bu olayı şöyle anlatıyor:
“Renklerden yalnız kırmızıyı hatırlardı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı… Yeşili de elleriyle bulur da severdi.”
Sol gözü, çiçek hastalığının hâkimiyeti altında akıp giderken sağ gözüne de perde inmiş. Diğer gözü hiç görmezken sağ gözüyle yalnızca ışığı seçebiliyormuş.
“Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.”
Olsun, gene de tünelin ucundaki ışığı görebiliyormuş ya… Ancak sonra o ışığı da yitireceği bir olay yaşamış. Veysel, bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönmüş, yakında bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. Artık ne ışık kalmış, ne görüntü… Yalnızca ışığı seçebilen tek gözü de akmış gitmiş…
Hikâyenin burada bittiğini düşünmeyin. Eğer hikâye burada bitseydi ona hiç “Âşık” der miydik? Belki de o dönem, herkes öyle sandı ancak yedi yaşına kadar dünya gözüyle gördüğü dünyayı; satırlarında yaşatacaktı daha küçük Veysel. Onun yaşam öyküsü, “Bitti” dediğimizde başlıyor.
Saz İle Yeniden Doğuş…
Âşık Veysel’in babası Ahmet Bey; sanata, şiire, türküye meraklıymış. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmaya çalışmış Veysel’in gönlünü. Görmeyen gözlerini, gönlüne çevirmiş bir nevi. E, Sivas’ da Anadolu’nun kalbi; köylerinde birçok şairler, ozanlar dolu… Şairler, ozanlar gelip onların evine uğrarlarmış. Ahmet Bey, hepsinin Ahmet Emmi’siymiş. Eve gelen şair boş gelir mi? Çalıp söylerlermiş, küçük Veysel de merakla, aşkla dinlermiş. Ahmet Bey, oğlunun bu merakını sezmiş ve eline bir saz tutuşturmuş. Sazıyla ölümsüzlüğü yakalayacak Âşık Veysel, saz ile böylece buluşmuş. İlk saz derslerini ise babasının arkadaşı Çamşıhlı Ali Ağa’dan almış. Zaman geçtikçe sazın her telini birer birer öğrenmiş, ünlü halk ozanlarından şiirler, çalmış, söylemiş… Veysel’i “Âşık” yapacak sanat hayatı böylece başlamış.
Bundan sonrasında saz, onun hayatının her yerinde olacaktı. Kardeşi Elif, onu zaman zaman ağlarken bulacak, erkek kardeşi ve köydeki tüm gençler cepheye gittiğinde, Veysel gidemeyecek; her seferinde kendi içine kapanacak ama sazı, onun her zaman yoldaşı olacak, onu hiç karanlıkta bırakmayacaktı.
Veysel’in Sesi Tüm Köylerde Yankılanırken…
Âşık Veysel, artık ilk hocası Çamşıhlı Ali Ağa ile köyün kahvesinde sık sık çalar söyler olmuş. Ama onun için asıl dönüm noktası Ahmet Kutsi Tecer ile Halk Şairleri Bayramı’nda karşılaşması olmuş. Bu karşılaşmadan sonra Veysel’in gazetelerde şiirleri yayınlanmış, birçok sanatçıyla tanışmış. Ahmet Kutsi Tecer ve Hasan Ali Yücel vasıtasıyla köy enstitülülerinde saz hocalığı yapmaya başlamış, yeni âşıklar, ozanlar yetiştirmiş.
Sonrasını doldurulan plaklar, basılan şiir kitapları, dönemin ünlü müzisyenlerine verilen şarkılar takip etmiş. Plağa okuduğu ilk türkü ise “Mecnunum, Leylamı gördüm” dizesiyle başlayan şiir imiş. Bu plak, 1940’ların başında basılmış ve âşık Veysel’in ilk plağı olarak tarihe geçmiş. Ayrıca bu plakla saz eşliğinde plak dolduran ilk sanatçı olma özelliği de Âşık Veysel’in olmuş.
“Mecnunum, Leyla’mı gördüm
Bir kerrece baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti”
Kapı kapıyı açmış ve Veysel, il il, köy köy sırtında yareni sazıyla birlikte dolaşarak kendi türkülerini söylemiş. Veysel’in gönlüne dönük dünyası, derinden içli yükselen sesi herkesi öyle etkilemiş ki köy kahvelerinin aranan yüzü olmaya başlamış, türküleri, şiirleri dilden dile dolaşıp ünlenmiş. Radyolarda türkülerini tüm Türkiye’ye okumuş. 1952 yılında hakkında bir jübile dahi düzenlenmiş, hayatını konu alan bir film çekilmiş. 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” o zamanın parasıyla 500 lira aylık bağlamış. 1970’li yıllarda artık onu tüm Türkiye tanıyormuş. Ünlü müzisyenler onun türkülerini söylüyor, dönemin tek televizyonu onunla röportajlar yayınlıyormuş.
Dünya: Üç Metre Bez İle Kara Toprak Arasında
Tüm bunlar olurken zaman da bir yandan ilerliyormuş tabii… Veysel, 79 yaşına gelmiş ve bir akşam bir yemekte fenalaşıvermiş. Bu rahatsızlığın sonucunda ortaya çıkmış onu sadık yâri kara toprağa kavuşturacak hastalığı: akciğer kanseri.
Görmeyen gözleriyle dünyayı satırlarına indiren Âşık Veysel, 21 Mart 1973’te 79 yaşında gönlüne çevrilen gözlerini dünyaya kapadı. Ona “Dünya sizin için neyi çağrıştırıyor?” diye sorduklarında; “Geldim, bir pazaryeri dolaştım, üç metre bez aldım, gideceğim.”
Gideceği yer belli, hepimiz gibi; sadık yâri, kara toprak! Kara toprağı kendisi verdiği bir röportajda şöyle özetliyor:
“Eğer gözlerim olsaydı toprağı görmeyecektim. Toprağın özelliklerini bilmeyecektim. Çiğneyip geçecektim toprağı. Şimdi “Taş koymayın üstüme!” dememin sebebi şu: Ben öldükten sonra üzerimde otlar bitsin çiçekler atsın. Taş kapatır, çimento kapatır, hiç kimse istifade edemez. Benim toprağım da milletime hizmet etsin. Biten otlardan koyun yesin, et olsun; kuzu yesin süt olsun; arı yesin-götürsün, bal olsun. Benim orada taşın altında yatmakla bir istifadem yok. Düşüncem bu!”
Şimdi iki kapılı bu handa Veysel’in gidişinin 45. Yıldönümünde, onun zorluklarla çilelerle dolu hayatını anımsarken türkülerinin, şiirlerinin neden bu kadar çok içimize işlediğini bir kez daha anlıyoruz. Çünkü bir milletin türküsünü yapanların, o milletin en değerlileri olduğunu biliyoruz.
“Ben Giderim, Sazım Kalır; Dostlar Beni Hatırlasın!
Bayram Olur, Seyran Olur, Dostlar Beni Hatırlasın!”
Eserleri
Şiir
Deyişler (1944)
Sazımdan Sesler (1950)
Dostlar Beni Hatırlasın (1970)
Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984)
Türkülerinden Bazıları
Dostlar Beni Hatırlasın
Kızılırmak Seni Seni
Beş Günlük Dünyada
Beni
Uzun İnce Bir Yoldayım
Br Kökte Uzamış
Kara Toprak
Anlatmam Derdimi
Güzelliğin On Para Etmez
Sazım
Gel Ey Aşık
Sen Varsın
Beni Hor Görme Kardeşim
Ne Ötersin Öyle Dertli Dertli
ÖNEMLİ BİLGİLER
Âşık Veysel’in ölümünden sonra Sivrialan’daki evi, bütün eşyalarıyla birlikte korunarak müze haline getirilmiştir.
Türk tarihinde saz eşliğinde plak doldurma eylemini, ilk gerçekleştiren Âşık Veysel’dir.
Dünyaca ünlü Fransız etnik müzik ve bilim adamı Alain Gheerbrant; 1957 yılında Sivriala’a gelmiş ve Âşık Veysel ile tanışarak ses kayıtları almıştır. Bu kayıtlar 1960’lı yıllarda Fransızca yayınlanmıştır ve içerisinde Âşık Veysel’in Fransızca tercüme şiirleri de yer almaktadır.